Eski Türk filmlerinde,fakir kızın zengin erkeğe veya fakir erkeğin zengin kıza söylediği, şimdiki yaşlıların da genel olarak bildiği şu cümle ile başlayalım: “Biz ayrı dünyaların insanlarıyız.”Bu cümleyle “Entelektüel” takımı zaman
zaman alay etmiş, bu cümleyi abartılı romantizmin içinde kendince değerlendirmiş, ama bilerek veya bilmeyerek, entelektüelliklerinin sorgulanmasına da zemin hazırlamıştır. Gerçekten “Farklı dünyalar” var mıdır?
Nihayetinde hepimiz aynı dünyada yaşamıyor muyuz? Bugün bu konuyu ele alalım ve bu cümlenin bilimsel anlamlarını anlamaya çalışalım.
Yaşam Dünyası (hayat âlemi) teri-mi,EdmundHusserl’infenomenolojik yaklaşımına dayanır. Husserl’e göre yaşam dünyasında insan için tartışılmaz deliller vardır. Yaşam dünyası, insanın her zaman içinde yaşadığı dünya olarak gerçek bilginin, başarının ve bilimsel düşüncelerin temelini oluşturur.Husserl'inöğrencisi AlfredSchütz yaşam dünyası terimini şu şekilde tanımlıyor:
“Varlığımın her anında evrenin belli bir parçasının sahibi olduğumu görüyorum ki, doğal tutumumda buna ‘benim dünyam’ diyorum. Bu dünya, bildiğim şeylerin şimdiki ve geçmiş deneyimlerimden ve bunların birbirleriyle ilişkilerinden oluşur. Elbette, bunları farklı derecelerde ve çeşitli açıklık, belirginlik, tutarlılık ve uyumluluk derecelerinde biliyorum.Bu dünyada henüz deneyimlenmemiş, dolayısıyla henüz bilinmeyen, ama yine de olası deneyimime açık ve dolayısıyla potansiyel olarak, benim tarafımdan bilinebilen şeylere ilişkin az-çok boş beklentilerden oluşur.Şimdiye kadar içinde yaşadığım,‘vesaire’idealizasyonuyla yaşamaya devam etmeyi beklediğim dünya (ki bu benim doğal tutumum açısından çok önemlidir), her zaman tipik olarak genişlemeye müsait olmuştur.O dünya, zorunlu olarak açık bir dünyadır.Başka bir deyişle, benim dünyam her zaman evren adını verdiğim daha yüksek bir birliğin bir parçası olma anlamını taşımıştır: yaşam dünyamın dışa açık ufku.” (Schütz, 1971a, s.179: akt. Heinze, 1992, s.15).
Yaşam dünyası, günlük hayatın dünyasıdır; kaçınılmaz varlığıyla göz ardı edilmesi imkânsız, mükemmel bir gerçekliktir (Berger ve Luckmann, 1972, s.24: Heinze, 1992, s.16). O oradadır,kabul edilir ve şu veya bu şekilde eyleme dâhil edilir – bilinçli veya bilinçsizce gerçekleşse de, koşulları yeniden yorumlama veya görmezden gelme biçimini alsa da.Bu yaşam âlemi, insanın yaşamaya yetecek kadar aşina olduğu ya da aşina olabileceği bir dünya olarak deneyimlenir.Bu ifade ne kadar banal görünürse görünsün, yaşam âlemine aşina olma varsayımının temeli sorunludur; çünkü yaşam dünyası açık bir gerçekliktir. Schütz'ün de vurguladığı gibi, bu husus, birkaç açıdan geçerlidir (Schütz1971a, s.180: akt. Heinze, 1992, s.16):
Yaşam dünyası mekânsal olarak açıktır: Evrendeki tüm nesne ve olaylar benim yaşam dünyamla ilişkili hale gelebilir. Uzak kültürlerden gelen haberler,aniden hayatıma girebiliyor ve orada anlam kazanabiliyorlar. Toplumların küresel olarak iç içe geçmesi ve teknolojik gelişmeler, yaşam dünyamın, coğrafi olarak uzak bir kültürel bölgedeki bir insanın yaşam dünyasına benzemesine yol açabiliyor.Bazı açılardan, benim dünyam, günlük hayatta etkileşimde bulunduğum diğer insanların dünyasıyla aynı ölçüde kıyaslanamaz hale geliyor.
Yaşam dünyası zaman boyutunda açıktır: Bireyin biyografisi, henüz o doğmadan önce var olan bir toplu-mun geçmişine gömülüdür. Onun biyografisi esas itiba-riyle geleceğin nasıl olabileceği, olması gerektiği veya hiçbir koşulda olmaması gerektiği yönündeki öngörülerle belirlenir.
Yaşam dünyası gerçeklik düzeyinde açıktır: Tecrübe ve düşüncenin farklı olan farkındalık düzeyleri, anlam alanlarının sınırlarını akışkan hale getirir. Somut eylem ile rüya, duygusallık ile hayal arasındaki dönüşüm, an-lam düzeylerinin değişiminin karakteristiğidir.
Yaşam dünyası toplum boyutunda açıktır: Atalarımın, torunlarımın ve diğer insanların dünyası, bunların her biri belirli bir toplumsal düzenle çevrelenmiştir ve bu düzen, kapsayıcı bir dünya olarak benim dünyam üzerinde belirleyici bir etkiye sahiptir.
Yaşam dünyasının bu şekilde tanımlanması, öznenin (bireyin) biyografik gelişiminin, anlam ve eylemle, güncel ilişki koşullarının her zaman farkında olduğu şeklinde değerlendirilmemelidir. Öznenin anlam ve eylem alanının koşulları sorgulandığında ya da belirsizlik izlenimi altında düşündüğü durumlarda bile, bu koşulların tam olarak tanındığı ya da ilgili koşulların algılandığı açık değildir.
Koşulları nadiren şeffaf olan erken çocukluk dönemindeki sosyalleşmesinin etkililiğine yapılan atıf, bu bağlamda atlanabilir.Aile ortamındaçocuğun ve daha sonraki yetişkininbelli bir dünya görüşüne katkıda bulunması gibi, temelde toplumsal bağlamın yaşam dünyasının kişinin düşünce ve eylemlerini belirlediğini söyleyebiliriz.
Böyle düşünüyor Gerontoloji… bizden söylemesi.