GERONTOLOJİK BAKIŞ

Anlamak ve Sembol

Gerontologları da yakından ilgilendiren, sosyolojide temel sorunlardan biri olarak ele alınan, insanın temel sorunlarından biri “Anlamak” kavramıyla bağlantılıdır. Her gün kullandığımız “Anladım” kelimesi, “Anlama” konusunu kısaca ele almayı hak ediyor.

Anlamak nasıl mümkün olabilir? Diğer insanların eylemlerini nasıl tanıyabiliriz? Bunun bize anlaşılmaz ve garip görünmesini nasıl önleyebiliriz? İlk bakışta çok basit görünen bu soruların cevabı zannedilenden çok karmaşıktır. Elbette bu konunun derinliklerine inemeyiz. Fakat bir parça düşünmeyle ve biraz da hayal gücüyle, meselenin özünü kavrama şansımızın olduğuna inanıyorum.

Belki siz de zaman zaman kendinizin bir özne, etrafınızdaki nesnelerden sizi ayıran bu özelliğin üzerine düşünüyorsunuz. Ancak insan olarak özneliğimizin farkına genellikle spesifik anlarda varıyoruz. Çünkü doğduğumuz andan itibaren çevremizdeki insanlar, ilk önce annemiz, bize bir “Özne” muamelesi yaparak, çevremizdeki diğer öznelerden ve nesnelerden “Farklı” olduğumuzu bize öğretmeye başlar.

Özne ve nesne arasındaki ayrımın farkındalık, bilime yönelik çabaların da her zaman başlangıç noktasını teşkil etmiştir. İnsan, bilgisinin sınırlılığını kavraması ile birlikte –“Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir” (Sokrates) – bir özne olarak kendisi ile çevresindeki nesneler arasındaki ayrılıktan rahatsızlık duymaya başlar. Çünkü insan, bedeni ile bir nesne olduğunu, bilinciyle ise başka bir şey olduğunu fark eder. Bu başka şey, onu özne yapmaktadır. Başlangıçta safça varsayılan, ama daha sonra deneyimle yitirilen özne ve nesne birliğini daha üst düzeyde yeniden kazanmaya çalışır. Buna “Hakikat” deniyor; öznel ve nesnel var olmak arasındaki ilişki (Simmel, 1911: akt. Horst Jürgen Helle). Nesnel var olmak, bedenimizle alakalıdır. Bedenimiz, yani organizma, işlevlerini yerine getirdiği sürece nesnel varlığımızı koruruz. Fakat nesnel varlığımızı sonsuza dek koruyamayacağımızı, herkes gibi bir gün bedenimizin işlevlerini yerine getiremeyip, varlığının sona ereceğinizi biliriz. Bu bilginin, bizi ne kadar hayatın geçiciliği üzerine düşünmeye sevk ettiği ise, burada ele almaya gerek duymadığım ayrı bir meseledir. Nesnel varlığımız sona erince, özne olarak varlığımızın defteri kapanır. En azından bazılarının nazarında! Bazı insanların nesnel olarak varoluş süresi sona erdiği halde, öznel olarak yaşadığı veya yaşatıldığı dikkate alındığında, bana göre özne olarak varlığımızı, nesne olarak varlığımızdan ayırt etmek gerekir. Özne olarak hayatımızın süresi, nesne olarak hayatımızın süresinden çok daha uzun olabilir.

Özne-nesne problemini çözmeye çalışan en eski önerilerden birini Platon ortaya koydu. Platon, insanın bir yanda anlama çabası, diğer yanda insana yabancı olan karşıt nesneler âleminin üstünde yer alan üçüncü bir âlemin, zihinsel (düşünsel, bilinçsel) fikirler dünyasının varlığını varsayar. Platoncu “Idea”, hem insan düşüncesi tarafından erişilebilirdir, hem de deneyim nesnelerinde “Öz” olarak bulunmaktadır. Yani “Masa” bir deneyim nesnesidir. Masanın ne olduğunu herkes bilir. Evinde, lokantada, havaalanında vs. masayı defalarca deneyimlemiştir. Bu deneyimlenen “Masaların” bir “Özü” vardır. Bu öz, Platon’a göre ebediyen kalıcı olan bir “Masa-Fikri” (idea) olarak zihinsel âlemde yer almaktadır. Bu zihinsel âlemdeki masa “Mükemmeldir”. Evlerde, lokantalarda, havaalanlarında vs. deneyimlenen masalar mükemmel masanın hatalı kopyalarıdır.

Platon’un bu düşüncesi 20. Yüzyılın başlarında, Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) ortaya çıkan ve sosyal etkileşimlerin anlamlar üzerinden incelendiği bir sosyolojik yaklaşım olan, Sembolik İnteraksiyonizm Teorisi’nin arka planında kısmen yaşamaya devam ediyor. Bu teori, bireylerin toplumsal dünyalarını nasıl inşa ettiklerini ve anlamlandırdıklarını incelemeye odaklanır.

Bu teoriye göre bireyler; semboller, özellikle dil ve diğer araçları kullanarak iletişim kurar ve bu araçlar yoluyla sosyal gerçekliklerini yapılandırır ve bunu “Anlamaya” çalışır. Yani semboller, iletişim kurarken kullandığımız anlam yüklü işaretlerdir. Geçenlerde bir taksiye bindim. Taksinin içindeki tuhaf sessizlikten rahatsız oldum. Ben suskun, taksici suskun. İki insanın bir arada olduğu yerde, suskunluk ölüm gibidir. İnsan diğer insanlarla iletişim kurmak ister. Çünkü insan “Sosyal Varlıktır”. Ben de bu ölüm sessizliğini bozmak için bir gerekçe bulmaya çalışırken, taksinin vites koluna geçirilmiş tesbihi gördüm. Arkada oturuyorum ve taksiciye sadece biraz da soru işaretini andıran vurguyla şunu söyledim: “Tespih?!” Ben bunu söyleyince, taksici ne demek istediğimi anlayamadı: “Ne dediniz?” Bunun üzerine “İşaret parmağımla” tespihi gösterirken, yine “Tespih” dedim. “Haa, babamın tespihi, Allah rahmet eylesin” dediği andan itibaren, ben ve taksici arasında bir sohbet başladı. Tespih kelimesi, bunu başlatan “Sembol” idi. Dil en yaygın sembolik sistemdir. Yani “İnsan konuşa konuşa…” deyimi, aslında insanların dil sembolleriyle anlaştıklarını ifade etmektedir.

Yayın Tarihi
10.02.2025
Bu makale 33 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!