Her insan çeşitli gerekçelere dayanarak günlük yaşamında pek çok teori üretir. Hatta teorisiz hareket etmesi neredeyse olanaksızdır. Dün komşusu niçin kendisine selam vermedi, acaba profesör sınavda hangi soruları sorar veya sinemaya giderken şemsiyeyi yanına alsın mı almasın mı? Hepsi sonuçta teorik düşüncelere dayanan kararlar alınmasına yol açar.
Prensipte sosyal bilimsel araştırmalarda da bu tür teorilerden hareket edilir. Ancak daha sistematik ve başkalarınca denetlenebilir biçimde ortaya atılırlar. İnsanların birbirleriyle selamlaşmaktan kaçındıklarını gözlemleyen bir sosyal bilimci, bunun nedenlerini araştırmaya karar verirse, teorisini net ve anlaşılır bir biçimde ortaya koyduktan sonra, teorisini hangi yöntemle denetlediğini ve vardığı sonuçları ortaya koyar. Eğer ortaya koyduğu sonuçları, başkaları merak edip, teoriyi ve/veya sonuçları bir de kendileri denetlemek isterlerse, araştırmacının hangi yolu takip ederek, sonuca ulaştığını bilmeleri gerekir. Bu yüzden yöntem diyoruz. Yöntem, sistematikliğin bir işaretidir. Bilgilere sistematik yollardan ulaşılmaktadır ve aynı sistematiklikle denetlenebilmelidirler.
Sosyal bilimsel araştırmalara niçin gerek duyulmaktadır? Teorileri üretmek kadar bunların denetiminin de gerekli olduğunu belirttim. Fakat genel olarak sosyal bilimsel araştırmaların asıl gerekçesi tabii ki bu değildir. Asıl amaç insanları aydınlatmak ve onları cehaletin pençesinden kurtararak, aydınlanmış ve özgür birer insan yapabilmektir.
İnsanlar daima çeşitli organizasyonların içerisinde yaşamaktadırlar. Okul, iş yeri, aile veya toplum, hepsi birer organizasyondur. Her organizasyonun kendine ait sınırları vardır. Dolayısıyla organizasyonun içindeki ve dışındaki olmak üzere, sosyal olguları ayırmamız gerekmektedir. Ancak organizasyonların sınırları, ülke sınırları gibi, kesin çizgilerle belirlenmiş değildir. Bu yüzden sosyal araştırmalarda hangi organizasyonun incelendiğinin belirtilmiş olması yeterli olmaz. Örneğin “Aile” üzerine bir araştırma yapmak isteyen araştırmacı, ilk önce aile kavramından ne anladığını belirtmesi gerekir. Kimine göre aile, ebeveyn ve çocuklardan ibaret bir sosyal organizasyon olabilir, ama kimileri de aile denildiğinde, ebeveyn ve çocukların yanı sıra, büyükanne ve büyükbabayı da aileye dâhil edebilir. Hatta bazı kimseler bunların yanı sıra dayı, amca, hala, teyze gibi çeşitli yakın akrabaların da aile kavramına girdiğini düşünebilir. Sonuçta hiçbirisi haksız değildir. Ailenin sınırları duruma göre daralıp genişleyebilir. Bu yüzden her araştırmacı incelemek istediği alanın sınırlarını kendisi tayin edip, bunu belirtmesi gerekir ki, araştırmasını inceleyen başkaları da, onun “Neyden” söz ettiği konusunda bir bilmece ile karşı karşıya kalmasınlar.
Sınırları çizilen bu alanın incelenmek istenmesinin sebebi çok farklı olabilir. Fakat genel olarak hepsinin ortak iki özellikle bağlantıları vardır. Ya o alandaki bir probleme çözüm ya da teorik hedefler, bütün araştırmaların özelliğidir. Birincisi pratik amaçlıdır. Teorik amaçlı olan ikincisi, ya yeni bir teori tasarlamak ya da var olan bir teoriyi denetleme hedefine yöneliktir.
Bütün ampirik araştırmalar, doğadaki ve toplumdaki olguları keşfetmek, bunların aralarındaki ilişkiler üzerine ifadeler ileri sürüp, sistematik denetime tabi tutmak için yapılmaktadır. Ampirik araştırma yöntemleri, ileri sürülen bu ifadeleri denetlemeye yarayan bir araçtır. Yani ampirik araştırmalar, teorilerin sistematik şekilde denetlenmelerine yaramaktadır (Schnell, Esser & Hill, 2005, S.7) .
Toplumda bugün gözlemlediğimiz gelişmelerden biri de, yaşlılık ve yaşlanma olgularıyla bağlantılıdır. Yaşam süresinin sevindirici şekilde git gide daha da uzaması, aynı zamanda üzücü gelişmelere de neden olmaktadır. Yaşlılar arasında bakıma ve yardıma muhtaç bireylerin çoğalması, bunlardan sadece biridir. Gelecek yıllarda Türkiye’de yaşlılıkta bakıma muhtaçlık, bugünkünden çok daha büyük bir sorun haline gelecektir. Ancak yaşlandıkça insanın ister istemez, bu tür sorunlarla karşı karşıya kaldığı teorisinden hareket etmemiz, en sakıncalı davranışların başında gelmektedir. Çünkü yaşlılık olgusu insanı bakıma ve yardıma muhtaç kılabilir, ama henüz 60 yaşlarındaki insanlar arasında hasta, bakıma muhtaç ve ölüm olayları sıkça görülüyorsa, bunun önlenmesine çalışılmalıdır.
Genel düşüncelerden biri, bugün artık yaşlanmanın ufak bir kesimin imtiyazı olmaktan çıktığıdır. Böyle düşünenler yanlış bir şey söylemiyorlarsa da, imtiyaz kavramının üzerinde durmamız lazım. Evet, insanların çoğu ileri yaşlara erişebiliyorlar. Tahminler insanın 125 yıl yaşayacağı bir kapasiteye sahip olduğu doğrultusundadır. Ancak insan bu yaşa erişirken, nasıl bir hayat sürdürdüğüne bakılması gerekmektedir. Kimisi sağlıklı ve zinde bir şekilde en ileri yaşlara dek yaşarken, kimisi yaşlılığının büyük bölümünü hastalıkla, bakıma muhtaç olarak geçirmektedir. Hasta ve bakıma muhtaçlar “Kimler?” diye sorduğumuzda, bunların çoğunun sosyo-ekonomik statüsü düşük olan kesimin mensupları oldukları da açıkça görülmektedir. Evet, yaşlanmak artık bir imtiyaz değildir, ama “Kaliteli yaşlanmak” hâlâ ülkemizde çok ufak bir kesimin imtiyazı olarak kalmıştır.
Bu ise bireyler için olduğu kadar, toplum ve ülke için de çok sakıncalı sonuçların ortaya çıkmasına neden olabilir. Sadece sosyal güvenlik sisteminin çöküşüne yol açabileceği ihtimali bile, durumun değişmesi gerektiğini gösteren bir sebeptir. Fakat bundan çok daha önemlisi, uzun yaşamında insan onuruna yakışmayan bir şekilde yaşlanan insanların çoğalmasıdır. Bu ise toplumun kökünden çöküşünün sinyallerinden biridir. Çünkü insanlarına iyi ve kaliteli bir yaşam vaadinde bulunmak kolaydır, önemli olan bu vaadin yerine getirilebilmesidir. Söz ve davranış arasında tutarsızlıklar çoğaldıkça, vaatler muallakta asılı kalmakta, yaşamlardaki kalitesizlik artmaktadır.
Verilen sözlerin yerine getirilebilmesi için, ampirik bilgilere ihtiyacımız vardır. Bugün en az ampirik bilgiye sahip olduğumuz alan, yaşlanma ve yaşlılıkla bağlantılı olandır. Çünkü ülkemizde yaşlanmanın araştırılması ve sistematik teorilere dayanan uygulamalar, henüz yok denilecek kadar azdır. Eğer bu böyle devam ederse, Türkiye’nin yaşlanan toplumunu taşıması mümkün olmayacaktır.
Bu yüzden yaşlanmanın sosyal bilimsel araştırma yöntemleriyle sürekli şekilde incelenmesi ve günlük teorilerin yerine bilimsel teorilerin konulması gerekmektedir.
Böyle düşünüyor Gerontoloji… bizden söylemesi.