Dünya genelindeki tüm toplumlarda bireyler yalnızca sosyal statü, cinsiyet veya etnik kökene göre değil, aynı zamanda yaşına göre de değerlendirilir ve sınıflandırılır.
Yaşlılık açısından önemli olmamasına rağmen – çünkü yaş ile yaşlılık arasındaki bağların çok zayıf olduğu defalarca gösterilmiştir - takvimsel yaş, bireyin yaşam akışını yapılandırır, sosyal beklentileri şekillendirir ve hangi rolleri ne zaman üstlenebileceğini veya üstlenmesi gerektiğini belirler. Diğer ayırt edici özelliklerin yanı sıra, takvimsel yaş, her yerde mevcut olan ve etkilerini çeşitli şekillerde gösteren temel bir kriter olarak kabul edilmektedir.
Sosyal farklılaşma, toplumların farklı haklar, sorumluluklar, kaynaklar ve güç konumlarına sahip gruplara bölünmesini tanımlamaktadır. Cinsiyet, sosyal statü, etnik köken ve takvimsel yaş gibi özellikler, sosyal eşitsizliklerin ve farklılıkların ortaya çıktığı temel eksenlerdir. Takvimsel yaş, yaşam evrelerinin dağılımı ve bunlarla ilişkili haklar, sorumluluklar ve fırsatlar ile birlikte ele alındığında, bir anlam ifade etmektedir. Diğer özellikler ile birlikte (cinsiyet, etnik köken vs.) düşünülmeli ve bunların birbirleriyle etkileşiminin sonuçlarına bakılmalıdır.
Takvimsel yaş, evrensel bir farklılaşma ölçütüdür, çünkü her insan (cinsiyet, sosyal geçmiş veya etnik grup ne olursa olsun) yaşlanma sürecinden geçer. Yaşlanma, bu bağlamda takvimsel yaşın yükselmesi şeklinde değerlendirilir. Bu nedenle takvimsel yaş, tüm insanları etkileyen, ama farklı sosyal anlam ve sonuçlara sahip bir özelliktir.
“Biyolojik yaşlanma”hiç kimsenin ret edemeyeceği doğal bir gerçektir; ancak biyolojik yaşlanmanın insan toplumlarındaki sosyal önemini, öncelikle kültürel ve tarihsel açılardan bakıldığında daha iyi anlayabiliriz.
Toplumlar, insanın yaşam süresini evrelere (çocukluk, ergenlik, yetişkinlik, yaşlılık) ayırırken, beklentileri ve sosyal konumlamayı dikkate almaktadır. Bugün takvimsel yaş, örneğin kimin emekli olacağına karar vermeyi sağlamaktadır. Oysa emeklilik tarihte yeni bir gelişmedir. Eskiden insanlar, bedensel gücüne ve cinsiyetine göre sosyal hayatın içinde veya dışında kalıyordu. “Emeklilik”, takvimsel yaşa değil, bedensel güce dayanıyordu. Kim kendisinden beklenilen işleri yapamayacak hale gelirse, ona “Yaşlı” damgası vuruluyordu. Bu damga 40 yaşında da vurulabilirdi, ama 80 yaşında da…
İnsanlar eskiden ömür boyu çalışmak zorundaydı. Bugün takvimsel yaşa dayanan sosyal inşalardan, haklardan, görevlerden ve fırsatlardan (örneğin zorunlu eğitim, oy kullanma hakkı, emeklilik) söz ediyoruz. Bunlar, biyolojik yaşlanmaya değil, aksine takvimsel yaşa atfettiğimiz sosyal anlamlara bağlıdır.
Günümüzde takvimsel yaş, bireyin biyografisini yapılandırır ve ne zaman bir şey yapabileceğini veya yapması gerektiğini veya yapmaması gerektiğini belirler. Bu nedenle çoğu toplumda, örneğin okuldan iş dünyasına, istihdamdan emekliliğe geçiş gibi açıkça tanımlanmış geçişler tanımlanmıştır. Bu açıdan baktığımızda, takvimsel yaşımız, toplum tarafından belirlenen kaderimizin önemli bir yapılandırıcı unsuru olarak görünmektedir.
Birçok toplumda yaşlılık, insanların iş gücünden çekildiği bir yaşam evresi olarak kabul edilmektedir. Bu evreye giren bireyler yeni sosyal roller üstlenmek zorunda kalırlar (örneğin emeklilik rolü, büyükanne/büyükbaba rolü); aslında asıl mesele sosyal rollerdeki takvimsel yaşa bağlı değişim değildir; asıl mesele takvimsel yaşa bağlı olarak bireye atfedilen sosyal saygınlıktır. Takvimsel yaş ilerledikçe (bireyin sosyal statüsüne bağlı olarak) sosyal saygınlığı da farklılaşmaktadır.
Takvimsel yaş, kaynaklara ve katılım fırsatlarına erişimle veya engellerle ilişkilendirilmektedir. Örneğin, yaşlılar için emekli maaşı ve özel sağlık yardımları, takvimsel yaşa göre sağlanan imkânlardır, ama aynı kritere dayanarak, yaşlılar bazen topluma katılımdan dışlanabilmektedir. Bu dışlanma her zaman, açık ve net bir şekilde ortaya konmaz, daha ziyade üstü kapalı dışlanmalardan söz edilebilir.
Takvimsel yaşın nasıl değerlendirildiği kültürler arasında farklılık gösterir. Bazı kültürlerde yaşlılar büyük saygı görür, bilgi ve geleneğin taşıyıcıları olarak kabul edilirler. Bazılarında ise eksiklikler, bağımlılık ve içe kapanma ile ilişkilendirilme olasılıkları daha yüksektir. Bizim toplumumuzda, daha ziyade ikincisi hızla yayılmaktadır. Geleneksel toplumlarda, yaşlılar genellikle aile hayatının merkezinde yer alır, saygı ve takdir görürler. Modernleşme sürecinde ise gençlik, toplumun odak noktasıdır. Takvimsel yaşın ilerlemesi anlamında yaşlılık, dışlanma ve ayrımcılığı körüklemektedir.
Takvimsel yaş hiçbir zaman tek başına bir anlam ifade edemez. Her zaman sosyal farklılaşmanın diğer özellikleriyle etkileşim halinde olduğu için, bir anlam kazanıyor ve bu anlamlar hiçbir zaman “Doğal” bir şey değildir. Örneğin, yaş ve cinsiyetin birleşimi, bir kişinin toplumda nasıl algılandığı ve muamele gördüğü açısından önemlidir.
Nüfusumuzun yaşlanması, yani takvimsel yaşı bakımından daha ileride olan kişilerin nüfusta çoğalması, toplumumuzda takvimsel yaşa bağlı, toplumsal farklılaşmanın da giderek daha önemli bir unsuru haline gelmesine yol açmaktadır. Kuşaklar arası eşitlik, yaşlı bakımı ve kuşaklar arası uyum gibi konular, git gide bizim toplumumuzun da sorunları veya konuları haline gelmektedir. Yaşlanan bir toplumumuz, yeni sosyal, politik ve ekonomik zorluklarla yüzleşmek zorunda kalmaktadır.
Böyle düşünüyor Gerontoloji… Bizden söylemesi.