Yaşam Dünyası (Hayat Âlemi) terimi, Husserl’in
fenomenolojik yaklaşımına dayanır. Husserl’e göre
yaşam dünyasında, insan için dünyada tartışılmaz deliller vardır. Yaşam dünyası, her zaman içinde yaşadığımız dünya olarak gerçek bilginin, başarının ve bilimsel
düşüncenin temelini oluşturur. Husserl'in felsefi çıkış
noktası sorusu, öğrencisi A. Schütz tarafından sosyal
bilimlerdeki temel tartışmaya sokuldu. Schütz, önemlilik sorununa ilişkin çalışmasında, Husserl'den aldığı bir terim olan yaşam dünyasını şu şekilde tanımlıyor:
“Varlığımın her anında, evrenin belli bir parçasının sahibi olduğumu görüyorum ki, doğal tutumumda buna ‘Benim Dünyam’ diyorum. Bu dünya, bildiğim şeylerin şimdiki ve geçmiş deneyimlerimden ve bunların birbirleriyle olan
ilişkilerinden oluşur. Elbette ki, bunları farklı derecelerde ve çeşitli açıklık, belirginlik, tutarlılık ve uyumluluk
derecelerinde biliyorum. Bu dünyada da henüz
deneyimlenmemiş, dolayısıyla henüz bilinmeyen, ama yine de olası deneyimime açık olan ve dolayısıyla potansiyel olarak, benim tarafımdan bilinebilen şeylere ilişkin az çok boş beklentilerden oluşur. Şimdiye kadar içinde yaşadığım ve ‘vesaire’ idealizasyonuyla yaşamaya devam etmeyi beklediğim dünya - ki bu benim doğal tutumum açısından çok önemlidir - her zaman tipik olarak genişlemeye müsait olmuştur. O, zorunlu olarak açık bir dünyadır. Başka bir deyişle, benim dünyam her zaman evren adını verdiğim, daha yüksek bir birliğin bir parçası olma anlamını taşımıştır: yaşam dünyamın açık dış ufku.” (Schüzt, 1971a, s.179: akt. Heinze, 1992, s.15).
Yaşam dünyası, gündelik hayatın dünyasıdır; kaçınılmaz varlığıyla göz ardı edilmesi imkânsız, mükemmel bir
gerçekliktir (Berger ve Luckmann, 1972, s.24: Heinze, 1992, s.16). Oradadır, kabul edilir ve bir şekilde eyleme dâhil edilir - bu bilinçli veya bilinçsizce gerçekleşse de,
koşulları yeniden yorumlama veya görmezden gelme
biçimini alsa da. Bu yaşam âlemi, insanın yaşamaya
yetecek kadar aşina olduğu ya da aşina olabileceği bir dünya olarak deneyimlenir. Bu ifade ne kadar banal
gelirse gelsin, yaşam âlemine aşina olma varsayımının
temeli sorunludur; çünkü yaşam âlemi ilke olarak açık bir gerçekliktir. Schütz'ün de vurguladığı gibi, bu durum birkaç açıdan geçerlidir (1971a, s.180: akt. Heinze, 1992, s.16):
Yaşam dünyası mekânsal olarak açıktır.
Evrendeki tüm nesneler ve olaylar, benim yaşam
dünyamla ilişkili hale gelebilir. Uzak kültürlerden gelen
haberler, şeyler aniden hayatıma girebiliyor ve orada
anlam kazanabiliyor. Toplumların küresel olarak iç içe geçmesi ve teknolojik gelişmeler, benim yaşam
dünyamın, coğrafi olarak uzak bir kültürel bölgedeki bir
insanın yaşam dünyasına benzemesine yol açabiliyor. Bazı açılardan, benim dünyam, günlük hayatta
etkileşimde bulunduğum diğer insanların dünyasıyla, aynı ölçüde kıyaslanamaz hale geliyor.
Yaşam dünyası zaman boyutunda açıktır.
Bireyin biyografisi, o doğmadan önce var olan bir
toplumun geçmişine gömülüdür. Onun biyografisi esas
itibariyle geleceğin nasıl olabileceği, olması gerektiği veya hiçbir koşulda olmaması gerektiği yönündeki öngörülerle belirlenir.
Yaşam dünyası gerçeklik düzeyinde açıktır.
Deneyim ve düşüncenin farklı farkındalık düzeyleri, anlam alanlarının sınırlarını akışkan hale getirir. Somut eylem ile rüya, duygusallık ile hayal arasındaki dönüşüm, anlam düzeylerinin değişiminin karakteristiğidir.
Yaşam dünyası toplum boyutunda açıktır.
Atalarımın, torunlarımın ve diğer insanların dünyası, her biri belirli bir toplumsal düzenle çevrelenmiştir ve bu
düzen, kapsayıcı bir dünya olarak benim dünyam
üzerinde belirleyici bir etkiye sahiptir.
Yaşam dünyasının bu şekilde tanımlanması, elbette,
öznenin biyografik gelişiminin ve anlam ve eylemle güncel ilişkisinin koşullarının, her zaman tamamen farkında
olduğu şeklinde yanlış anlaşılmamalıdır. Öznenin anlam ve eylem alanının koşulları üzerine sorgulandığında ya da belirsizlik izlenimi altında düşündüğü durumlarda bile, bu koşulların tam olarak tanındığı ya da ilgili koşulların
algılandığı elbette açık değildir. Koşulları nadiren şeffaf olan, erken çocukluk sosyalleşmesinin etkililiğine yapılan atıf, bir açıklama olarak burada atlanabilir. Ailenin
sosyalleşme ortamı olarak çocuğun -ve daha sonraki
yetişkinin- belli bir "Dünya görüşüne" katkıda bulunması gibi, temelde toplumsal bağlamın yaşam dünyasının da, kişinin düşünce ve eylemlerini belirlediğini söyleyebiliriz.
Böyle düşünüyor Gerontoloji… Bizden söylemesi.