GERONTOLOJİK BAKIŞ

Bireyselleşme ve Vermek

Her sabah saat 7’de evinden çıkıp ekmek, peynir, zeytin almaya giden ve alışverişini yapıp hemen evine dönen, yaşını 85-90 arasında tahmin ettiğim bir komşumu zaman zaman gözlemliyorum. Büyük şehrin anonimliğinde hiç kimse, bu yaşlı kadınla konuşmaz, selamlaşmaz, halini hatırını sormaz. Ben de son zamanlara kadar bunlardan biriydim. Ama tesadüfen onun farkına vardıktan sonra, o evinden çıkınca ben de alel acele aşağıya iniyorum ve onunla selamlaşıyorum. Başlangıçta yüzüme tuhaf tuhaf bakmıştı. Şimdi beni görünce gülümsüyor ve ayaküstü konuşuyoruz. Birkaç günden beri onu göremiyorum. Kapısını çaldım açan olmadı. Kapının çalınmasından rahatsız olan komşusu (50-60 yaşlarında bir adam), hafifçe araladığı kapısını adeta kendine siper yapıp, “Kızı geldi, onu bir huzurevine verdi” deyip, soru sormama fırsat tanımadan kapısını kapattı. Adını bile bilmediğim bu yaşlı kadın hakkında komşusunun cümlesi bana ilginç geldi: “Huzurevine verdi” demişti. Eşyamızı birine verebiliriz veya birine para verebiliriz, hatta selam verebiliriz, ama bir anneyi veremeyiz. Ne huzurevine, ne de başka birine!

İnsanların yeryüzünde geçirdiği ortalama süre bütün ülkelerde uzamaktadır. Başka türlü ifade edecek olursak: Yeni doğan bir bebeğin 65. doğum gününü görme şansı artıyor. Bunu TÜİK’in yayınladığı verilerden de görmekteyiz. Ülkemizde yeni doğan bir bebeğin yaşam beklentisi 80 yıl oldu. Erkeklerin biraz daha kısa, kadınların biraz daha uzun yaşam beklentisine sahip olması ise, yaşlılıkta kadınlar açısından bir dizi sonuçların ortaya çıkmasına yol açıyor. Bunların arasında “Dulluk” problemi ile birçok diğer problemler bağlantılıdır.

Yaşlı nüfusu toplam nüfustan ayırıp, sadece yaşlı nüfusu mercek altına alınca, ileri yaşlarda, özellikle 80 yaş ve üzeri nüfusta, her bir erkeğe karşı, en az 4 kadının olduğunu görüyoruz. Kadınların daha uzun yaşam beklentisine sahip olması, her zaman onların lehine sonuçlar doğurmuyor. Eşi öldükten sonra, birçoğu tek başına yaşayan bu yaşlı kadınların alışverişini yapacak, hastalandıklarında onlarla ilgilenecek çocukları, yanlarında olamıyor veya olmak istemiyorlar. 80 yaşın üzerindeki kadınların çocuklarının da artık yaşlandıklarını hesaba katmak lazım. Onların da kendi çocukları, torunları, damatları ve gelinleri var. Ayrıca eşleri de genellikle hayattadır. Dolayısıyla ileri yaştaki ebeveynleriyle ilgilenmemek için, gerçek ve hayali birçok gerekçeleri var.

Bu açıdan bakıldığında, aile kavramının da zamanla değiştiği anlaşılıyor. Eskiden bir yuva niteliğindeki aile ortamı, başka yuvalara kayıyor. Yaşlılar ise dört duvar arasında tek başlarına yalnız yaşamak, terk edilmişlik duygusuyla başa çıkmak zorunda kalıyorlar. Bazen daha önce bir dezavantaj gibi algılanan çocuksuz olmak, ileri yaşlarda avantaja dönüşebiliyor. Çünkü çocuksuzsanız, olmayan çocuklarınızdan beklentileriniz de olamaz ve karşılanmayan beklentilerinizden dolayı hayal kırıklığı yaşamazsınız.

Çocuksuzluk toplumda giderek, daha fazla kabul edilen biri durumdur. Eskiden gençlerin bir an önce evlenmesi ve çoluk çocuğa karışması önemli bir yaşam hedefi olarak kabul ediliyordu. Bugün ebeveyn olmak o kadar önemli bir şey olarak görünmüyor. İnsanlar erken ebeveyn olmaktansa, kendi hayatlarını isteklerine göre şekillendirmek, hayattan zevk almak, kendilerini yaratmak istiyorlar. Buna bireyselleşme diyoruz.

Gençler açısından bireyselleşme göz kamaştıran bir kavram olarak görünüyor. Bir an önce 18 yaşına basıp, yetişkin bir birey olarak kendi hayatlarını istedikleri gibi yaşamak istiyorlar. Fakat bu isteğin aynı zamanda bireysel sorumluluk anlamına geldiğini birçoğu unutuyor. “Artık istediğimi yaparım” deyip, ebeveynine kafa tutarken, bir taraftan da avucunu açıp ebeveyninden para isteyen gençlerin sayısı hiç de az değildir. Bireyselleşme aynı zamanda, tek başına hayatın üstesinden gelebilme beklentisine cevap verecek beceri ve yeteneklere sahip olmayı da gerektirmektedir.

Bireyselleşme, özellikle üniversiteli gençlerde daha sık rastladığımız bir istek veya yaşam tarzı haline geldi. Diplomasını alıncaya kadar, ayakları hâlâ ebeveyninin masasının altında olan bu gençler, mezun olup işe başlayınca, bireyselleşmenin tüm imkânlarını kullanmaya başlıyor ve bu süreç içerisinde kendilerinin de yaşlandıklarını gözden kaçıranlar, bir bakıyorsun, merdiveni 40’a dayamış, hâlâ bekâr evinde yaşayan yalnızlar ordusuna karışmış oluyorlar.

Bugün yaşı 40-50 arasında olup, hâlâ ebeveyniyle beraber yaşayanlar var ve bunların sayısı da giderek artmaktadır. Bunlara “Ebedi çocuk” diyebiliriz. Orta yaşlara erişmiş, ama hâlâ çocuk gibi hareket eden bu kişiler, hem kendilerini birey olarak görüyor, hem de hâlâ ebeveynine bağımlı bir hayat sürdürmekten çekinmiyor.

Bir ülkenin nüfusunda 65 yaş ve üzeri kişi oranı en az %10 ise, o ülkenin nüfusu yaşlanmıştır. Türkiye nüfusunda 65 yaş ve üstü nüfus oranı %10,6’dır. Dolayısıyla Türk toplumu, artık yaşlı bir toplumdur. Yaşlı toplumda bakıma muhtaç yaşlıların sayısı da artmaktadır. Türkiye’de 2000 yılında 65 yaş ve üzeri nüfusun %25’i günlük yaşamında farklı derecelerde bakıma muhtaçtı. O zaman Türkiye’de 6 milyon kişi 65 yaş ve üzeriydi. Bugün bunların sayısı neredeyse 9 milyon oldu. Yaşlı nüfusta bakıma muhtaçlık oranının değişmediğini varsayarsak, ülkemizde bugün 2000 yılına kıyasla, daha fazla bakıma muhtaç yaşlı yaşadığı gerçeğini de kabul etmek gerekir. Bakıma muhtaçlık sadece bireysel bir sorun değildir, aynı zamanda toplumsal bir sorundur.

Buraya kadar hiç kimse söylenenlere karşı çıkmayacaktır.  Ama bireyselleşmenin yaygınlaştığı günümüzde, sadece kendine odaklanan insanlar, yaşlı ebeveyninin bakımını üstlenmekten kaçıyor. Bunu kendi sorumluluğu dışında görüyor. Bu nedenle yaşlı ebeveynine devletin bakması gerektiğine inanıyor. Elbette devlet yaşlıların bakımına destek olmalıdır, ama hiç kimse tüm bakımın yükünü devlete yükleyemez. Bireyselleşme insanlıktan arınmak değildir. Birey olmak için önce insan olmak gerekiyor. İnsan olmak, iki bacağı üzerinde dik yürüme yeteneği değildir. Ben hayatımda bacakları üzerinde yürümeyi artık beceremeyen, ama insan olarak büyüyen çok yaşlı gördüm ve tam tersini de! Yaşlanan toplumumuzun bireyselleşmeye değil, insanlaşmaya daha çok ihtiyacı var.

Birbirine selam vermekten acizlerin çoğaldığı toplumumuzda, yaşlı annesini veya yaşlı babasını huzurevine, bakımevine veya devlete verenler çoğalacaktır. Vermeyi yanlış anlayan ve kendisi için her şeyi talep eden bu kişilerin çoğalması, önümüzdeki yıllarda giderek daha da artacak bir sosyal sorun haline gelebilir.

Böyle düşünüyor Gerontoloji ve Gerontologlar, bizden söylemesi...

Yayın Tarihi
01.10.2025
Bu makale 151 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!