Diğer insanların bize nasıl baktığını ve bizi nasıl algıladığını düşündüğümüzde, benliğimizi ve kimliğimizi, onların bakış açısından değerlendirme eğilimine gireriz. Bunun, “Benim için bir önemi yok” diyenler bile, aynanın karşısına geçtiklerinde sadece kendisinin nasıl göründüğüne değil, aynı zamanda başkalarının kendisini nasıl göreceğine kafa yorar. Başkalarının gözündeki “Ben”, beni “Ben” yapar. Başkalarının bize yönelik bakış açıları, benlik algımızı ve kimliğimizi şekillendirir. Bu süreçte, diğer insanların bizi nasıl gördüğünü anlamak ve bu görüşleri içselleştirmek, kendi kimlik bilincimizin oluşmasında ve toplumsal ilişkilerimizde önemli bir rol oynar. Bu husus, Amerikalı sosyolog Charles Cooley'in "Toplumun Aynası" tezine dayanan bir kavramdır.
Pierre Bourdieu'nun "Dışarıdan Bakma" kavramı, benzer bir prensibi ifade eder. Bourdieu, insanların toplumsal ilişkiler ve kimlik oluşumu sürecinde birbirlerine nasıl baktıklarını ve bu bakışların nasıl bir etki yarattığını inceler. Ona göre toplumsal alanlardaki etkileşimler, insanların birbirlerini değerlendirmesi, sınıflandırması ve konumlandırmasıyla şekillenir. Bourdieu'ya göre, insanlar toplumsal alanlarda birbirlerini sürekli olarak gözlemleyerek değerlendirirler ve bu süreçte kendilerini ve diğerlerini nasıl konumlandırdıklarını fark etmezler. Dolayısıyla Bourdieu'nun perspektifi de, başkalarının bakış açısının bireyin kimlik oluşumunda ve toplumsal ilişkilerinde merkezi bir rol oynadığını vurgular.
İnsanlar ne zaman etraflarındakilerin gözlerinin üzerlerinde olduğunu hissederlerse, hemen oynadıkları rolü değiştiriverirler. "Acaba ne düşünüyorlar?" diye içlerinden geçirirler ve kendilerini bir aynada değerlendirmeye koyulurlar. Tabii ki, başkalarının düşünceleriyle kendi benliklerini birleştirme oyununa girerler. Cooley'in dediği gibi, "Toplumun Aynası" denen bu numaraya giriverirler.
Pierre Bourdieu ise, bu işi bir adım ileri götürüp, "Dışarıdan Bakma" diye bir şeyden bahseder. Yani insanlar birbirlerini süzgeçten geçirirler, not verirler ve kategoriye sokarlar. Bourdieu'nun "Sembolik Şiddet" dediği şey de tam olarak budur. Sosyal alanda insanlar birbirlerini güç dengeleriyle oyalarken, aslında oyunun kurallarını bile unuturlar. Herkes birbirini sürekli gözler ve kendi yerini belirlerken, ortaya bir komedi çıkar. Bu komedinin sonuçları oldukça çeşitli olabilir. İnsanlar kendilerini sürekli olarak başkalarıyla kıyaslayıp, belki de sahte bir maskenin arkasına saklanarak, gerçek kimliklerinden uzaklaşabilirler. Bu durumda, ilişkiler yüzeysel hale gelebilir ve samimiyet kaybolabilir. Aynı zamanda sürekli olarak başkalarının beklentilerine uymaya çalışırken, kendi değerlerinden ve isteklerinden de uzaklaşabilirler.
Bununla birlikte, bu "Komedi" aynı zamanda insanların birbirleriyle etkileşim kurma ve toplumsal ilişkilerde dengeyi sağlama becerilerini geliştirebilir. İnsanlar farklı sosyal ortamlarda nasıl davranacaklarını öğrenirken, empati ve uyum yetenekleri de güçlenebilir. Bu komedinin sonuçları kişiden kişiye ve durumdan duruma değişir. Ancak genel olarak, bu sürecin bireylerin kimlik oluşumunu etkilediği ve toplumsal ilişkilerde önemli bir rol oynadığı söylenebilir.
Tabii ki benliğimizi sadece başkalarının bakış açısı değil, aynı zamanda kendi deneyimlerimiz, değerlerimiz, tutkularımız ve düşüncelerimiz de şekillendirir. Başkalarının bakış açısı sadece bir etken olarak değerlendirilmelidir. Kendi benliğinizi anlamanız ve geliştirmeniz için içsel bir yolculuk yapmanız gerekir. Duygularınızı, düşüncelerinizi ve inançlarınızı keşfetmek, kim olduğunuzu anlamanın ve kişisel gelişiminizin bir parçasıdır. Başkalarının bakış açısı, sadece dışsal bir etkidir ve ne kadar önemli olursa olsun, sizin benliğiniz değerlerinizden daha az bir şey değildir. Özsaygı, özgüven ve kişisel güç, bu içsel yolculuğun bir parçası olarak geliştirilebilir ve başkalarının bakış açısından bağımsız olarak var olabilir. Kendiniz hakkında daha derin bir anlayış geliştirmek için, hem dışsal, hem de içsel etmenleri dikkate almalısınız. Başkalarının bakış açısı sadece bir parçadır ve tamamen sizi tanımlamaz.
Coolley veya Bourdieu açısından bakıldığında, "Ölüm" kimliğin ve benliğin yok oluşu olarak algılanabilir. Bir kişi öldüğünde, onunla ilişkilendirilen kimlik öğeleri ve benlik algısı sona erer. Diğer insanlar artık o kişiyi sadece hatırlarlar ve onunla ilgili anıları yaşatırlar. Dolayısıyla ölüm bir bakıma kişinin sosyal kimliğinin ve benliğinin sona erdiği bir süreç olarak düşünülebilir. Ancak bu bakış açısı sadece bir yönüyle doğru kabul edilebilir.
Diğer bir bakış açısı ise, ölümün sadece fiziksel bedenin sonu olduğu, ancak kişinin ruhu veya yaşamı boyunca yaptığı etkileşimlerin ve mirasın devam ettiği şeklindedir. Bu perspektiften bakıldığında, bir kişinin kimliği ve benliği, ölümden sonra da etkilerini sürdürebilir. Ölüm konusu, kimliğin ve benliğin yok oluşu veya devamı üzerine farklı düşünce ve inançları içerebilir. Bu konuyla ilgili bakış açıları genellikle kişisel inançlar, kültürel değerler ve felsefi görüşlerle şekillenir.
Böyle düşünüyor Gerontoloji. Bizden söylemesi…