GERONTOLOJİK BAKIŞ

Ekonomi, Toplumsal Dönüşüm ve İletişim

Bir Gerontolog olarak, Türkiye ekonomisini adeta büyük bir şantiye gibi hareketli, dinamik, sürekli inşa halinde ve değişime açık bir yapıya sahip olarak tanımlıyorum. Ekonominin birçok alanında gözlenen yeniden yapılanma, birleşmeler ve kalkınma hamleleri, ülkemizin geleceğini şekillendirmektedir. Okuduğunuz bu cümlelerden de anlaşılacağı gibi, ülkemiz Gerontologları ekonomimizin durumu ile bir hayli ilgilidir.

Türkiye ekonomisinin temelinde değişim yer almaktadır. Sanayiden tarıma, hizmet sektöründen teknolojik girişimlere kadar uzanan geniş bir alanda, sürekli bir dönüşüm yaşanmaktadır. Bu değişimin ana nedenleri arasında, küresel ekonomik dalgalanmalar, teknolojik ilerlemeler, genç ve dinamik nüfusumuz ile iş ve dış talepteki değişimler yer almaktadır. Rekabet gücümüzü artırmak, verimlilik sağlamak ve sürdürülebilir büyümeyi yakalamak için, çalışma modellerini ve organizasyon yapılarını sürekli gözden geçirmemiz ve koşullara hızlı uyum sağlar sistemler yaratmamız lazım. Bu sürecin başarıya ulaşması, sadece makro düzeyde alınan kararlara değil, aynı zamanda mikro düzeyde, yerel koşullara uygun stratejilerin geliştirilmesi, her bir şehrimizdeki çerçeve koşullarının gelişmelere uygun şekilde uyarlanması ve koordine edilmesi gerekmektedir.

İstihdam yaratmak, ülkemizin temel görevlerinden biridir, ancak bunun başarılı olup olmayacağı belirsizdir. Genel ekonomik politikaların ve kalkınma planlarının, yerel ihtiyaçlara göre uyarlanması, örneğin; sanayi bölgelerinde altyapı yatırımlarının öncelikli olması, buna karşın tarım bölgelerinde katma değerli üretim ve lojistik altyapısı, gerontolojilk bakış açısından öncelikli olmalıdır.

Burada en kritik nokta, merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasında etkin bir koordinasyonun sağlanmasıdır. Kalkınmanın sürdürülebilirliği, her şehrin potansiyelinin doğru değerlendirilmesi ve kendi ihtiyaçlarına göre planlama yapılmasıyla daha mümkün görünmektedir. Bu durum, aynı zamanda iç göçün de hızını kesecek, yerinde yaşama ve yaşlanma açısından yeni fırsatlar doğuracaktır. Ayrıca kaynak israfını önleyecek ve bölgeler arası eşitsizlikleri asgari düzeye çekme şansını yaratacaktır.

İstihdam yaratmak, ekonomimizin en önemli ve öncelikli hedeflerinden biridir. Ancak bu hedefe erişimde bazı sıkıntılarımızın olduğu inkâr edilmez. Genç işsizliği, bir an önce çözülmesi şart olan sorunların başında gelmektedir. Gençlerin, geleceğe daha umutlu bakmasını sağlamak şarttır. İşgücüne katılımın hızla artması ve teknolojiyle değişen meslek profillerinin gerektirdiği yetkinliklerin gençlere kazandırılması, çağımızın gerekli kıldığı taleplerdir, ama bunun eğitim süresi kısaltılarak başarılması, oldukça güçtür ve eğitim kalitesinin de düşmesine yol açabilir. İşsizlikle mücadelede, muhtemelen kısa vadeli çözümler geçici bir rahatlama sağlayacaktır, ancak uzun vadede aslında başta eğitime, yenilikçiliğe ve girişimciliğe yatırım yapılmalıdır. Bu bağlamda öğretmenlerin de çağa uygun eğitimden geçmesi, yeni iş ve teknolojiler hakkında bilgilendirilmesi de son derece önemlidir.

Her ne kadar büyük bir inşa ve dönüşüm süreci yaşansa da, ekonomik reformların, yapısal dönüşümlerin ve istihdam politikalarının sonuçları, küresel piyasalardaki gelişmeler, finansal piyasaların duyarlılığı, toplumsal uyum ve siyasi istikrar gibi, pek çok faktörün göz önüne alınması gerekmektedir.

Uzun mesafeli yolculuklarda okumanızı ısrarla tavsiye edeceğim, Jeremy Rifkin’in, "İşsiz Dünya" adlı kitabında üçüncü bir vizyonu geliştiriyor: İnsanların asgari ücret karşılığında çalıştığı, kâr amacı gütmeyen

(non-profit-organization) kuruluşların önemini vurguluyor. Ona göre sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçişle birlikte iş dünyasında köklü değişimler yaşanmakta, otomasyon ve yüksek teknolojiyle işgücüne olan talep azalmakta ve böylece geleneksel istihdam modellerine ihtiyaç azalmaktadır.  

Rifkin’in “Üçüncü Güç” dediği, klasik anlamda devlet ve piyasayı dengeleyecek yeni bir toplumsal alan ortaya çıkmaktadır. Bu vizyona göre, insanların asgari ücret karşılığında çalıştığı kâr amacı gütmeyen kuruluşlar, sadece ekonomik değeri değil, aynı zamanda toplumsal faydayı da ön plana çıkaran, yeni bir çalışma ve üretim modeli midir? Gerçekten insanların temel amacı, kâr amacı gütmeyen bir organizasyonun misyonunu mu gerçekleştirmektir?

Bana göre bu yaklaşım, günümüz kapitalist sisteminin belirleyici unsurlarından biri olan hissedar-değeri (shareholder-value) ilkesine karşı bir seçenektir. Hissedar değeri yaklaşımında, şirketlerin temel amacı, yatırımlarından en yüksek getiriyi elde etmek isteyen hissedarların çıkarlarını gözetmektir. Ancak Rifkin, kâr amacı gütmeyen yapının, salt ekonomik kazançtan ziyade, sosyal faydanın ve toplumsal dayanışmanın ön plana alındığı bir denge unsurunu savunuyor. Güzel bir rüya, ama ne yazık ki güncel koşullarda mümkün değil!  Bir rüyanın peşine takılmaktansa, gerçek dünyaya odaklanmak, daha akıllı bir davranış olacaktır. Özellikle içinde bulunduğumuz dönüşüm süreçlerinde (örneğin demografik dönüşüm), insanlar arası iletişimin giderek artan bir rol oynayacağı kesindir, açık iletişim gereklidir, aksi takdirde istenilen değişim ve yeniden yapılanma büyük tehlikeye girmektedir. Açık iletişimin tersi – mevcut pozisyonları ve işlevleri savunmak, zorbalık, entrika, kendi pozisyonu için kavga – bunların hepsi ölümcüldür.

İletişim istekliliği veya iletişime istekli olmak,  iletişim becerisi demek değildir. Birçok insanın başkalarıyla nasıl doğru iletişim kuracağını öğrenmesi gerekiyor. Çoğu zaman, konuşmalarda istenilenin tam tersi elde ediliyor. Kişiler her türlü mantıklı gerekçeye rağmen ikna olmuyor. Görüşmelerde olumsuz duygular ortaya çıkıyor ve bu da yıkıcı sonuçlara yol açıyor. İletişim becerileri duygusal zekâ gerektirir. Mantıklı ve ikna edici argümanlar yeterli değildir.

Aynı zamanda, konuşmalarda duygulara daha fazla dikkat edilmelidir. Duygular, tartışmalarda, müzakerelerde, bire bir görüşmelerde vs. genel olarak kabul edildiğinden daha büyük bir rol oynar. Ekonomiyle bütün bunların alakası ne mi? Bırakalım ekonomiyi bir yana, hayat dediğimiz olgu, bir iletişimdir. Mesela kararlarımız, duygulardan güçlü bir şekilde etkilenir. Ancak kimse bunu gerçekten kabul etmek istemez. Mantıklı gerekçeler, duygusal olarak alınan kararları haklı çıkarmak için kullanılır. Bu psikolojik akıl yürütme süreci yaygındır ve yalnızca uzmanlar tarafından fark edilip etkilenebilir. En başarılı insanlar her zaman duygusal profesyonellerdir, yani kendi ve başkalarının duygularıyla yapıcı bir şekilde başa çıkma yeteneğine sahiptirler.

Böyle düşünüyor Gerontoloji ve Gerontologlar. Bizden söylemesi…

Yayın Tarihi
03.09.2025
Bu makale 288 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!