Sosyal politika, sosyal adalet ve fırsat eşitliğinin uygun önlemlerle nasıl gerçekleştirilebileceğini araştırmaya ve ele almaya yönelik uygulamalı bir sosyal bilim, devlet işleyişi ve işletme uygulamalarıdır (Hillmann 2007, s.825). Sosyal politikanın bilimsel, kurumsal ve uluslararası anlamları vardır. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra uluslararası alanda yaygınlaşmış olup, genellikle “Refah Devleti Politikası” ile eşanlamlı olarak kullanılan sosyal politika terimi, şu alanlara ayrılmaktadır:
İş sözleşmesi hukuku, iş güvenliği, iş düzeni, iş bulma, sosyal sigortalar, sosyal yardım, sağlık politikası, eğitim politikası, varlık politikası, konut politikası, istihdam politikası ve belirli hedef gruplarının (örneğin çocuklar ve gençler, kadınlar, yaşlılar) yaşam koşullarını iyileştirme politikaları. Uluslararası sosyal politikanın temeli, uluslararası anlaşmalar, Birleşmiş Milletler’in sosyal hukuk politikası ve Uluslararası Çalışma Örgütü'nün sözleşmeleridir (Kaufmann 2002, s.26).
Sosyal Politika (Anayasa’yla uyumlu olarak), insanların refahını ve ihtiyaçlarını karşılamak için sunulan çeşitli sosyal hizmet ve programların düzenlenmesi ve yürütülmesidir. Bunların arasında örneğin sağlık, eğitim, barınma, işsizlik yardımı, emeklilik, engelliler için yardım, çocuk bakımı, yaşlı bakımı, aile yardımı gibi pek çok hizmet türü yer almaktadır (Lampert 1996).
Anayasamızın 2. Maddesi: “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.”
Sosyal Devlet, toplum, vatandaşlar ve devlet arasındaki ilişkilerin anayasal düzenidir. 19. Yüzyılın devlet anlayışının aksine, toplumsal, ekonomik ve kültürel düzenin oluşturulmasını yalnızca toplumsal güçlere bırakmaz, aksine sosyal güvenlik ve adaletin sağlanması için devlet organlarının ve kurumlarının girişimci ve aktif müdahalesini öngörür (Hillmann 2007, s. 830).
Sosyal Politika, sosyal devlet, refah devleti, sosyal güvenlik ve sosyal koruma terimleri; gazetecilikte, günlük siyasi dilde ve bilimsel literatürde bazen eşanlamlı, bazen birbiriyle rekabet eden terimler olarak kullanılmaktadır. Bazılarına göre sosyal devlet ve refah devleti kavramları aynı şeyin farklı isimleridir, diğerleri ise sosyal devlet teriminden sosyal hizmetlerin gerçek durumunu anlamaktadır. Kulağa daha talepkâr ve hoş gelen “Refah Devleti” terimi ise, olması arzu edilen, genişletilmiş bir sosyal güvenlik standardını kapsamaktadır. Ancak bu terimleri birbirinden ayırmak mümkün olmadığı ve her ikisinin de kabul gören tanımları olduğu için, “Şu” sosyal devlettir, “Bu” refah devletidir şeklinde bir ayırım ve açıklama çabasına girişmek, anlamsızdır (Bellermann 2008, s. 13).
Sosyal Devlet veya Refah Devleti, her ikisi de devletin toplumsal sorumluluk üstlenerek, vatandaşlarının ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal haklarını korumak ve geliştirmek amacıyla müdahale ettiği bir yönetim anlayışıdır. Bireylerin refahını artırmayı ve sosyal eşitliği sağlamayı hedeflemektedirler ve ekonomik kalkınmanın yanı sıra toplumsal refahı da önemseyen bir yaklaşımı benimsemektedirler. Vatandaşların sosyal güvenlik, sağlık, eğitim, barınma gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlayarak toplumsal eşitliği sağlamaya çalışmaktadırlar. Bu doğrultuda sosyal hizmet, işsizlik sigortası, sağlık hizmetleri ve emeklilik gibi konularda destek sağlayarak vatandaşların yaşam standartlarını yükseltmeye çalışmaktadırlar.
Adalet, insani ve sosyal bir yönelimle, etik açıdan yüksek bir idealleştirilmiş değerdir. Sıklıkla en yüksek değerler arasında sayılır ve özellikle modern toplumda, özellikle de haksız bulunan toplumsal yaşam koşullarının şekillenmesinde ve değişmesinde belirleyici bir rol oynar. Temel fikir, bir toplumun ve sosyal yapıların üyeleri arasında yaşam ve gelişme fırsatlarının, çabaların, yüklerin, maliyetlerin, ödüllerin ve mutluluk olanaklarının mümkün olduğunca dengeli bir şekilde dağıtılmasıdır (Hillmann 2007, s.278).
Sosyal Eşitsizlik, genellikle toplumdaki bireylerin farklı değerlendirilmesi, tanınması, ayrıcalıklı kılınması, haklar-yükümlülük durumu, gelir veya servet durumları sonucunda ortaya çıkan ana bir sosyoloji sorunudur. Eşitsizlik, dikey sosyal yapı için bir önkoşuldur (Hillmann 2007, s. 918).
Sosyal Eşitsizlik, eğitim, iş, sağlık, barınma, adalet gibi çeşitli alanlarda gözlemlenebilir. Bu ve diğer alanlardaki eşitsizlikler, genellikle bireylerin sosyo-ekonomik durumlarına bağlıdır. Sosyal eşitsizliğin azaltılması, toplumda daha adil bir dağılımın sağlanması için önemlidir. Bu amaçla, sosyal politikalar, programlar ve projeler geliştirilir ve uygulanır. Örneğin, eğitim ve istihdam politikaları, sosyal yardım programları, sağlık hizmetleri gibi alanlardaki çalışmalar, bireylerin fırsat ve kaynaklara daha eşit ve adil şekilde erişimini sağlamaya ve sosyal eşitsizlikleri azaltmaya yardımcı olmaya çalışmaktadır.
Ülkemizde uygulanan sosyal politikaların burada dile getirdiğimiz bağlamda güçlü bir şekilde ele alınarak, politika yapıcılar tarafından uygulanmasına çok ihtiyaç vardır. Yaşlılık politikaları da bu süreçte ihmal edilmemeli ve uygulamalı gerontolojik hizmetlerin, gerontolojik bakım ve perspektifinden ele alınması zorunludur. Böylece yaşlanma ve yaşlılık sürecinde ortaya çıkan sosyal eşitsizliklerin giderilmesi bir nebze olsun mümkündür.
Böyle düşünüyor Gerontoloji; bizden söylemesi…