Zulüm

Çocukların oynaması için tasarlanmış ve şimdi hangisi olduğunu hatırlayamadığım bir gazetenin promosyon olarak dağıttığı bir oyundu.

İskambil kağıdı büyüklüğündeki kartonların üzerine bilinen yırtıcı hayvanların fotoğrafları basılmış, altlarına da boy, ağırlık, uzunluk gibi özellikleri eklenmişti…

Balinalar, köpekbalıkları, aslan, jaguar, boa yılanı, timsah gibi… Bu hayvanların yırtıcılık derecesi de puanlanarak kartın  altına yazılmıştı. Oynayanlardan kimin çektiği kartta seçilen özellik rakamsal olarak daha büyükse diğer oyuncuların kartlarını toplayan da o oluyordu…

Yırtıcılık puanı en yüksek olan kart hangisiydi dersiniz? Aslan mı? Katil köpekbalığı ya da timsah?

Hiçbiri değil…Yırtıcılık puanı en yüksek olan kartın üstünde “bir insan” fotoğrafı basılıydı… Avladığı yırtıcı bir hayvanı sırtına atmış elinde tüfeğiyle arkasını dönmüş yürümekte olan bir insan fotoğrafı…

Ne kadar haklı bir seçki değil mi… Vahşilikte insanı alt edecek hangi hayvanı sayabiliriz?

Medeniyet yolunda geçen binlerce yıla rağmen insanoğlu hala vahşi ve barbar işte…

Saldırıyor, öldürüyor, yok ediyor…

İnsan her gün biraz daha vahşi.

İnsanın sırtında bugün avladığı yırtıcı hayvan da değil, ölmüş insan bedenleri var… Ölmüş çocuk bedenleri var…

Yeni bir yılın ilk günlerindeyiz… Ama dünyada yeni olan bir şey yok… Takvimlerin üstündeki rakamlar neredeyse insana komik gelecek bir şekilde değişiyor, yenileniyor, ileriye doğru yol alıyor… Düşününce biraz komik biraz trajik gelen boğucu bir sanallık tüm bu takvimsel değişimler… Dünya özünde hiç değişmiyor…

Gazze’den gelen tüyler ürpertici haberler, fotoğraflar; insanın insana yapabildiği zulüm, dünyanın üstünde titreşip duran yaşam enerjisini içine çekip kanlı, paslı, mide bulandırıcı bir atığa çeviriyor…

Tekrar, tekrar, tekrar…

Hastalıklı zihinlerin kurguladığı bir korku filmi gibi… Dünyanın üzerinden savaş, zulüm, kan, feryat eksilmeyecek mi yoksa, kıyamete kadar?

İnsanoğlunun yüreğini yumuşatacak, içindeki çılgın zulme doymaz canavarı dizginleyecek sır ne olabilir? İnsanoğlunun ensesine yapışan bu derdin bir dermanı olmalı…

Eğitim mi?

İnanç mı?

Sanat mı?

Sevgi mi?

Zenginlik mi?

Dua mı?

İlaç hangisi, ya da hepsi mi?

Bunu bilmek belki de olanaksız… Böyle sorular karşısında çaresiz kaldığımda, yapabildiğim en iyi şey okumak...

Elimdeki kitap da yıllarca savaşın ve zulmün altında kalmış bir coğrafyayı dile getiriyor. Adı: Bin Muhteşem Güneş. On yedinci yüzyıl Pers şairi Saib-i Tebrizi’nin bir şiirinden alınmış bu ad.

Yazarı Afganistan Kabil’de doğan “Nereye giderseniz gidin, ülkeniz peşinizden gelir. Artık siz orada yaşamasanız da o içinizde yaşar” gerçeğiyle uzun yıllardan beri California’da yaşamakta olan Khaled Hosseini…

Yazar, savaş altındaki bir ülkenin çaresizliğini, acısını, yitirilecek ne varsa yitirilişini iki genç kadının hikayesi üstünden dile getiriyor… Zulüm altındaki kentler ve zulüm altındaki kadınlar; yaşamın en eski kahramanları.

 

Yayın Tarihi
08.01.2009
Bu makale 399 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!