Fast food yerine slow food

Türkiye’ de ilk fast food restoranı 1986 yılında açıldığı halde öylesine bir hızla kabul gördü ki 90’lı yılların başında hepimizce gündelik hayatın bir parçası haline geliverdi…

Yayılmaya başladığı o dönemlerde sağlık açısından bugünkü gibi dikkat çekici uyarılar da yoktu.

Hayata yenilik kolaylık hız ve lezzet katan, tüketiciyi pohpohlayarak ona “seçme şansı” sunan doyumsuz menüler ve yanlarında sunulan oyuncak benzeri promosyonlar çocukların aklını çelmeye gönlünü fethetmeye yetiyor, üstelik ebeveynlerin hayatını da kolaylaştırıyordu.

Ünlü fast food markaları sadece yeme içmeye yönelik değildi bu anlamda… Çocukların ve dolayısıyla ebeveynlerin beğenisine sunulan hatta dayatılan bir yaşam biçimiydi de… Çizgi filmiyle, esprileriyle, reklamlarıyla sloganlarıyla ayaküstü felsefesi ve tüm kışkırtmalarıyla kitleleri hızla yakaladı, ele geçirdi.

Ancak bugün hemen her sağlık platformunda hazır gıdaların ve en çok da fast food restoranlarında satışa sunulan menüleşmiş yiyeceklerin ne denli zararlı olduğu ısrarla vurgulanıyor… Zarardan öte hayatı tehdit ettiği obezite, kolesterol, yüksek tansiyon, kanser gibi pek çok hastalığın nedeni olduğu kesin bir dille teyit edilerek zararın altı bilimsel ve kurumsal kalemlerce çiziliyor…

Buna rağmen ne zaman çarşıya çıksam hatta kriz dönemlerinde diğer alanlardaki mağazalar bomboşken bile fast food restoranlar inadına tıklım tıklım oluyor… Gençlerin en kolay, en hızlı ve en ortak şekilde hayatı paylaştıkları bu mekânlarda ne yedikleri çok önemli değil anlaşılan. Önemli olan aynı mekânda aynı dili konuşabilmek demek ki…

Aksi olsaydı sadece lezzet ve beslenme açısından bu yiyeceklerin tercih edilmesi söz konusu olurdu ki, bunun imkansız olduğu aşikar…

Son zamanlarda bu restoranlarda sunulan yiyeceklerden tüketmiş olanlar bana katılacaktır…

Küresel krizin etkisiyle maliyet düşürme sonucu oluştuğunu tahmin edebildiğim ama sonuçtan hiç memnun kalmadığım bir değişim bu…

Öyle bir lezzet bozuluşu ve kendini inkâr etme ki böyle devam ederse fast food döneminin yakın zamanda sona ereceğini iddia etmek zor değil.

Fiyat tarifesi yarı yarıya düşürülerek çok tatsız ve neredeyse çiğ etler binlerce gencin bünyesine sunuluyor…

Kendi yaşıtlarının olduğu bir mekânda, eline bir tepsi almış olmakla kabul gören gruba dâhil olan kendine güveni gelen böylece en zor işi yani sosyalleşmeyi başaran gençlerin sadece sağlığı değil damak zevki ve yeme keyfi de tehdit altında…

Eve geldiğinde, o hızlı akan ortamın büyüsünden çıktığında midesi bulanan, evde lezzetle pişmiş etleri bile bu tiksinti sonucunda yiyemeyen çocuklar, gençler her geçen gün çoğalıyor…

 Araştırma sonuçları Türkiye’de yılda 70 milyon kişinin tek bir fast food markası tarafından ağırlandığını gösteriyor… Rakip firmaların skorlarının da buna yakın bir rakam olacağı malum.

Skor kelimesini kullandım çünkü öte taraftan bakıldığında bunlar ticari birer işletme. Kar amacıyla faaliyet gösteriyorlar ve birbirleriyle rekabet halindeler. Hızla değişen stratejilerle çalışıyorlar. Antarktika hariç dünyadaki tüm kıtalara ürünlerini pazarlıyorlar…

Onlar kazanıyorlar…

Bizlerse kaybediyoruz…

Hem sağlığımızı hem ağzımızın tadını…

Bakalım ayak sesleri duyulan “slow food” yaratılan  bu esaretin sonu olabilecek mi?

SABAH AKDENİZ’DEN ALINMIŞTIR

Yayın Tarihi
01.07.2010
Bu makale 5792 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Hiiç bir zaman sevemedim şu fastfoodu zaten Yasemin'cim.

Özlem Akaydın 09.07.2010

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!