İncir ağacı

Apartmanın ön bahçesinde küçük bir incir ağacı var. Henüz ağaç bile sayılmaz... Dört beş incecik daldan ibaret... Önceki gün baktım, ince dalları minik yeşil beneklerle donanmış... Havalara aldanıp yaprak yeşertmeye kalkmış...

Aklıma geldi, hemen yan bahçedeki büyük incir ağacının dallarına bakmaya gittim... Merak ettim, acaba o da havalara aldanmış mı diye...

Elbette koca incir ağacında tık yok... Yalancı bahara aldırış bile etmemiş... Kaç kış, kaç bahar yaşamış bilge dalları olması gerektiği gibi henüz kupkuru...

Doğanın tanıklık ettiğim bu hali zihnimi epey meşgul etti... Tecrübe denen şey tüm canlıların ortak paydası demek ki...

Kendi tecrübelerimi düşündüm... Anneciğimin bana nasihat eden tatlı sesini hatırladım...

Usulen tüm nasihatlere riayet edişimi ama fikren hep karşı duruşumu...

Kaderime güvenişimi... Hayatı sevişimi... Ve yalancı baharlara kanışlarımı...

Hatırlamak güzel şey... Hatta var olmanın en güzel hallerinden biri...

Bazı felsefeler insanı ‘an’ içinde olmaya ‘an’ı yaşamaya çağırır. Dün ve yarın sizin değildir... Sizin olan bugündür diye öğretir...

Aklımın yatmadığı ender öğretilerden biri bu... Hadi yarını gözden çıkaralım ama dün eğer bizim değilse bugünün ne anlamı kalır?

Böylesi bir düne sahip çıkış belki de bizde ailevi bir gelenek olduğundan böyle düşünüyorum... Kadın sayısı daha yoğun ve kadınların olaylara daha hakim olduğu bir aileden geliyorum...

Kalabalık ve gün boyu süren uzun kadınca sohbetler içinde büyüdüm. Geçmiş zaman içinde yaşananların, acı tatlı hemen her olayın tekrar gündeme getirildiği, tartışıldığı, bir anlamda geçmişin tozunun alındığı sohbetler... Hem büyükler o zamanlar şimdiki gibi “çocuklar duymasın” moduna da yabancı olduğundan iyisiyle kötüsüyle her sohbetin içindeydik... Anneanne, babaanne, teyzelerim, halalarım, yengelerim, eş-dost, konu-komşu... Gece gündüz kapısı her an açık bir hane...

Büyüdüğümde her ne kadar genel tavrıyla aile geleneğine ters düşmüş olsam; yakınlarımla dahi teklifsiz bir samimiyetten uzak dursam da dün yaşananları hatırlamak, kendimce sohbetlerde irdelemek, canlı tutmak benim için sanki eski bir alışkanlık, bir tür ihtiyaç...

Ön bahçedeki incir ağacının yeşillenen dalları büyük ihtimal gelecek günlerin soğuğuyla ayazıyla kavrulacak ve bahar geldiğinde çiçek, yaz geldiğinde de meyve vermeyecek... Ama seneye, sonraki seneye, bir sonraki seneye...

O da öğrenecek yalancı baharlara kanmamayı, sabırla beklemeyi, yaz güneşiyle olgunlaşan meyvelerini dallarında taşımayı...

Yaşayarak öğrenmek yaşamın özünden ötürü... Hatalarımıza, bilmeyişlerimize hayıflanmadan ama ders alarak, öğrenerek yürümeye devam etmek hayat yolunu...

Ortaokul yıllarımızın hatıra defterlerinin hemen her sayfasında dilimizin tekrarladığı ama yürümeden asla asıllığına kalbimizin kanaat etmediği, dilimizle söyleyip eğlendiğimiz o dikenli hayat yolu...

İşte yürümekteyiz...

Sevgiyle, saygıyla...

Yayın Tarihi
28.01.2009
Bu makale 476 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Sevgili Yasemin, küçük bir incir ağacı neler düşündürmüş sana, yüreğine sağlık içimden geçenleri yazdığın için. O halde devam yürümeye o dikenli hayat yolunda hem de yılmadan. Sevgilerimle...

Özlem akaydın 29.01.2009

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!