Zamanın peşinde

Geçmiş ve gelecek zamanı bir yana bırakıp şimdide olmaya özel çaba sarfedip dururken sevgili Hüseyin Çimrin'in geçen haftaki yazısına takıldım. Bizleri yine geçmiş zamanın peşine düşüren güzel yazısını zevkle okudum. Artık gelmeyen mektuplara yaptığı serzenişi paylaştım. Mektup faslının o şaşaalı zamanlarını tam yaşamasam da sevgili Çimrin'in sevgi dolu, özen dolu o eski mektuplara olan özlemini kolaylıkla anlayabildim. "Mektup bahane" dedim içimden. Böyle yüzlerce bahane bulabilir insan. Asıl özlenen şey zamanın içinden geçip giden, her geçen yılla biraz daha başkalaşıp, biraz daha uzaklaştığımız kendimiz... Bu denli bize ait olan, mülkiyeti elimizde sandığımız şeyin yani kendimizden parçaların zamanın başka başka yerlerinde öylece öksüzleşip kalması, hatta unutulabilir olması...

Zamanın içinde ve zamanın karşısında insanın bu çaresizliği bana hep hüzünlü gelmiştir. Ara sıra yapılan nostaljilerle bir nebze telafi edilen bu çaresizlik aynı zamanda kendi kendimizle yaptığımız şahane muhabbetlere de vesile oluyor işte... Günün, hayatın, geçip gitmenin hüznünü, stresini biraz dindiren, bizi hayatta olmanın paniğinden uzaklaştıran o güzelim küçük zamanlarımız...

İflah olmaz bir eski zaman müptelası olarak Hüseyin Çimrin'in yazısıyla yine kolayca kaptırdım kendimi nostaljinin cazibesine...

Zaten geçmişi sevmeyen, geçmiş zamana içi titremeden eğilmeyen insan şimdinin kıymetini bilebilir mi?

Artık gelmeyen mektuplar, artık söylenmeyen sözler, artık çarpmayan kalpler vesaire... Bunların hepsi bahane... Geçmiş zamanı kutsamanın, kendimizce uydurduğumuz bir ritüelin parçaları sadece... Ne, ne kadar değişirse değişsin hepimiz bal gibi biliyoruz ki bugün de en az dün kadar güzel, dün kadar yaşanası... Mektup ya da e-mail, öyle ya da böyle; ne farkeder? Şekil ne olursa olsun; öz asırlardır aynı... Niyazi Akıncıoğlu'nun şu güzel dizelerindeki öz gibi:

"Selamın geçiyor besbelli,

Yeşerdi telgraf direkleri…"

 

Acıbadem

 

Her işin başı sağlık... Annemin katarakt ameliyatı için birkaç günümüzü Bursa'da geçirmek zorunda kaldık. Hiç de kolay günler değildi... Aslında en basit, en az riskli ameliyatlardan biri olarak kabul ediliyor katarakt ameliyatı. Ama kendisinde ya da yakınlarından birinde hastane fobisi olanlar zorluğun nereden kaynaklandığını daha kolay anlayacaktır. Annemin yıllardan beri süregelen hastane ve doktor fobisi galiba son buluyor. Bizim için kesinkes çok sevindirici ve hayatı kolaylaştırıcı olan bu gelişmede Acıbadem Hastanesi'nin payı su götürmez...

Antalya'da var olan özel hastaneleri de biliyorum. Ama Bursa Acıbadem gerçekten müthiş... Sanki hastane korkusu olan hastalar için. Her şey, en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş. Hastane ortamını çağrıştıran tüm ayrıntılar en aza indirgenmiş.. Hemşirelerin kıyafetleri dahi alışılmışın dışında rengarenk çiçekli... Sedye diye bir şey yok. Her şey bir otel standardında... Doktorların hasta iletişimindeki titizliğiyse hayranlık verici... Hastaya önce insan olduğu, hayatının değerli olduğu, olası risklerin ne olduğu ancak bu riskleri göze almakla ne kazanacağı, olası aksilikler durumunda hazırlıklarının durumu ve daha pek çok şey... Her şey tek, tek saatler süren muayene esnasında anlatılıyor. Geriye de en kolay iş yani ameliyat safhası kalıyor...

Böyle; bu kalitede ve daha önemlisi bu zihniyette çalışan bir hastaneyi Antalya'da görmek beni ve
Yayın Tarihi
03.07.2008
Bu makale 543 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!