Kamuoyu olarak gündeme ilgimiz, tepkimiz azaldı. Yaz mevsiminin verdiği kaçınılmaz rehavet hepimizi sardı. Dışarıya ve başkalarına karşı tepkimiz yumuşadı.
Siyasi atakların sağlamayı başaramadığı makul çoğunluk, uzun yaz günleri ve parlak öğle vakitleri sayesinde kendiliğinden oluştu. Kendimize iyi bakacak zamanı yakalamış olduk böylece...
Güneş ışığının aydınlattığı dimağımız açık seçik önümüzde durunca aheste bir bakışla kendime bakıyorum şimdi... Gördüklerim içinde beğenip taktir ettiklerim oldukları gibi hiç beğenmediklerim de var. Ancak beğenmediklerim ya da "hata" dediklerimle yüzleşecek cesaretim de...
Hayata ve yaşananlara karşı Mevlevi bir hoşgörüyle bakabilmek de bu yazla gelen en güzel şeylerden biri oldu benim için... Öyle ya "hatasız kul olmaz" sözü sadece kendimiz için değil başkaları için de geçerli değil mi?
Öyleyse o naçizane şahsi levh-i mahfuzlarımızda yer edenlerle barış çubuğu tüttürmek de gerekmez mi bu güzel yaz mevsiminin ortasında, ömrümüzün bu bilinmez safhasında...
Bahsettiğim bu güzel ruh halinin yanında bir itirafta bulunmayı da atlamazsam eğer, paylaşmak isterim:
Duyduğumuz pek çok söz vardır ki sadece duyarız. İdrak etmek için yılların yardımına ihtiyaç olur. Bazen kısa sayılabilecek birkaç yıl bazen de belki en az kırk yıl...
Hep duyduğum ama ancak şimdiki aklımla idrak edebildiğim söz şu: Kimseye hak ettiğinden fazla değer vermeyeceksin. Hatta kendine bile!
Ben malesef yıllarca bunun aksini yaptım. Abartıyı, şaşaayı, gönül almayı seven tabiatımın sonucu uzak-yakın karşıma çıkan herkese hesapsız kitapsız değer verdim. Beklemeden, ölçmeden, tartmadan...
Başkalarına kendini iyi hissettirdiğimde kendimi iyi hissedeceğim yanılgısına kapıldım.Yalandan koca bir kapsama alanı yaratmışım kendime meğer... Mütevazılığı abartmışım ki gerçek sandılar...
Tespit ettiğim bu nokta ne kadar doğrudur onun da bir garantisi yok aslında. Belki üstüne geçen yıllar sonrasında bu duruşun da bir "hata" olduğunu idrak edeceğim. Fakat hayat bu işte; ne yaparsak yapalım, ne kadar tedbir alırsak alalım hayat peşin peşin yaşanmıyor. Şimdiki zamanın doğrusunu keşfetmeye çabalamaktan başka elimizden ne gelir? Hayat denilen bu kozmik oyundan galip çıkmak kolay mı?
Sonuç galibiyet olsun ya da olmasın kabul etmek gerekir ki; gerçek olan neyse onu kucağına alıp taşımak -ki bu gerçek çelimsiz ve sıska dahi olsa- yaldızlı, gözalıcı bir yalandan daha kıymetli... En az güzel bir şiir kadar kıymetli hem de.. .Şair Ali Püsküllüoğlu'nun bir şiiri gibi.
O şiirin şu bölümü gibi:
"Bağışla unutmuşsam; unuttum
sanma yine de
Yalnız ve kimsesiz
bir salkımsöğüt, bozkırda
ve solgun suları durgun bir deniz
gibiyim şimdi
saçlarımı dağıtmakta
şafağın tatlı eli..."