Kabus gibi

Bayramlarımız hiçbir zaman dört dörtlük değil.

Sevinçlerimiz de…

Bir yanımız hep eksik, hep esrik…

Çünkü çeyrek asırdır teröre şehit veriyoruz…

Geçen haftaki bayram yazısında bunu dile getirmeye çalışmıştım…

Arife gecesi haber programında izlediğim şehit ailelerinin kabristandaki bayram hazırlıkları içimi burkmuştu… Sessiz feryatları ekrandan bana yansıyınca bayram telaşım, sevincim mahcubiyete dönmüştü…

Bayram ertesindeyse bu mahcubiyet yerini kıpkırmızı bir utanca bıraktı.

Bayram ertesinde Aktütün’de 17 şehit daha verdik. Şehitlerden biri Antalyalı; hemşerimiz Ramazan Yeşil…O nurlar içindedir… Ailesi, sevenleriyse hiç bitmeyecek bir acı içinde…

Geçen yıl tam bu ay, bu köşede yazdığım bir yazıyı anımsadım… Yazıyı bulup okuyunca kendimi bir kabusun içinde gibi hissettim

Hani başınızdan geçen çok kötü bir olayın sürekli tekrarlanıp durduğu, hiç bitmeyecekmiş, kurtuluş çaresi hiç yokmuş gibi hissedilen kabuslar olur ya; öyle bir etki bıraktı bende geçen yılla bu yılın aynılığı.

Şöyle geçen Ekim ayı Dağlıca baskınının ardından yazılan yazı:

Çok üzgünüm ve çok korkuyorum. Kendim için, çocuklarım için gelecekteki torunlarım için... Belki bunlardan daha çok da başka çocuklar, başka çocukların anneleri için üzülüyor ve korkuyorum.

Şimdi asker olan çocuklar için?

Çocukları şimdi asker olan analar-babalar için...

Acının fotoğraflarına bakıyorum gazetelerde...

Bu fotoğraflar arşivlenmeli...

16 bin acının fotoğrafı, coğrafyamızın “Levh-i mahfuzu” gibi saklanmalı...

Unutulmamalı...

Bir ana var fotoğraflardan birinde...

Siyah yemenisi zaten çoktandır başında olan... Her an gözü yolda, kulağı kapıda olan bir ana... Kim bilir kaç kez öldü, kaç kez dirildi...

Fotoğraf, oğlunun şehit düştüğü haberinin ardından çekilmiş. Karenin sol üst köşesinde hayata sevinçli bakışlarla bakan oğlunun yüzü duruyor. Orada öylece, acının en ortasında hayata asılı kalmış bakışlarıyla... Bakıyor!

Fotoğrafta annenin gözlerini görmek mümkün değil. Onlar yere doğru eğilmiş, sımsıkı kapalı... Bedeni ileriye doğru atılmış... Bir yerlere koşmak, bir yerlere varmak ister gibi. O yerlerde olmayı ölesiye ister gibi...

Bilmeyecek ne var!

Oğlunun yanıdır elbette varmak için çırpındığı yer... Tam o yerde, oğlunun toprağa şehit düştüğü yerde olmak, dünyanın sonuna kadar o yerde öylece kalmak; bir anıt gibi... Bir ibret gibi...

Fotoğraftaki o bedenin geride kalan tek yeri kolları... Başka analar tarafından ileriye doğru koşmasını engellemek için sıkıca tutulmuş kolları...

Biliyoruz ki o an ileriye atılan o beden yine eski yerine dönecek... Biliyoruz ki tüm acısına rağmen o beden tekrar kollarıyla aynı hizada buluşacak...

Ama ya içindeki ruh?.. 

Aldığı haberle ileriye atılan o bedenin içindeki ruhun koluna yapışmak, geriye çekmek, yolundan döndürmek mümkün mü? Hangi ağıt, hangi teselli, hangi dost sözleri o ruhu olduğu yerde kalması için ikna edebilir?..

Terör yüzünden şehit düşmüş 16 bin can var... O canların peşi sıra ileriye atılan 16 bin ruh var bu coğrafyada... Bedeninden firar etmiş ruhlar onlar; oğulları şehit olan anaların ruhları...

Ve babalar var; iki eliyle yüzünü tokatlayan babalar... Acıyı bulup boğazına yapışamadığından, yapışıp ciğerini sökemediğinden, bu çaresizlikten; acıyı kendi yüzünde, kendi elleriyle döven; “sabır Allahım sabır” diye bağıran babalar...

Çocuklar var...

Eşler var...

Kardeşler var...

Bizler varız...

Bu sonbahar; güneş bulutların epey ardında. Dışarıda yağmur yağıyor. Toprak kokusu penceremden içime  sızıyor. Sabır Allahım sabır...

Yayın Tarihi
09.10.2008
Bu makale 405 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!