Masumiyet Müzesi

“(Hikayemde sözünü edeceğim pek çok zengin ailenin kendi adını taşıyan bir apartmanı vardır.) Aynı yılların bir başka eğilimi, binalara yüce ilkelerin, değerlerin adlarını vermekti; ama annem yaptırdıkları apartmana ‘Hürriyet, İnayet, Fazilet’ gibi adlar verenlerin, aslında bütün hayatlarını bu değerleri çiğneyerek geçirmiş kişiler arasından çıktığını söylerdi.”

Orhan Pamuk’un son (şimdilik) kitabını okurken ilk molayı yukarıdaki paragrafta verdim. Romanın esas mekanlarından olan “Merhamet Apartmanı”ndan böyle söz ediliyor paragrafta…

Verdiğim molada, “Nobel ödüllü yazarımızın ilk duyduğumda adını pek tuhaf bulduğum son romanı Masumiyet Müzesi”nin adlandırılışı da o yıllardaki bu eğilimin şimdi de devam ettiğinin bir ispatı mı yoksa?” diye düşündüm…

Merhameti zalimlerin, sevgiyi sevgisizlerin, dürüstlüğü yalancıların, nezaketi barbarların en çok öne sürüyor olması doğru ise;  Masumiyet Müzesi bir roman adı olarak, aslında bütün hayatını masumiyeti çiğneyerek geçirmişliğin bir itirafı, bir ilanı mı oluyordu?

Öncelikle şunu söylemeliyim:

Masumiyet Müzesi son yıllarda (hatta şimdiye kadar diyebilirim) okuduğum en güzel roman… Orhan Pamuk keşke bu kitabıyla almış olsaydı Nobel Ödülü’nü.

Muhteşem, olağanüstü, inanılmaz vs. gibi sahteleşebilen kavramlardan uzak durmaya çalışarak nitelemeye çalıştım romanı. Sadece “güzel” demek kafi geldi… Çünkü “güzel” kavramının tam hakkını verdiğimi hissettiğim, çok ender bahsedişlerden biri bu ve bu hakikiliğin keyfini çıkarmak istedim… Üstelik Orhan Pamuk ismine bendeki itiraza rağmen bu güzellik…

Yayınevinin yaptığı reklamlarda lanse ettiği gibi “bir aşk romanı” hiç değildi bana göre… Aşkın büyük bir çember çizdiğini ve birbirine yakın-uzak pek çok duyguyu kapsadığını düşünsem bile bu romanda geçen şey aşktan öte, çemberin dışında olan bir şeydi…

Bir şey, bir garabet, hastalık, humma… Aşkın şart koştuğu masumiyetten çok uzak bir “tapıncak” en çok da...

Romanın ortalarına doğru Kemal’in başına gelen şeye vakıf olunca hikayenin finalinden ürperti duydum… Çok şiddetli geçecek, okuyanı sarsıp darmadağın edecek bir finali yordadım… Hatta yıllar önce seyrettiğim bir “şiddet ve korku” filmini hatırladım… Aşık olduğu kadını ünlü Venüs heykeli kadar korkunç bir şekilde yarımlaştıran o patolojik aşığı…

Bu hatırlayış keyfimi kaçırdı ve sabrımı azalttı. Proust okurken edindiğim ve normal zamanlarda çok sevdiğim, çok zevk aldığım okuma sabrı şimdilerde kalmadığı için romanın sayfalarını (itiraf ediyorum) atlamaya başladım..

Korktuğum gibi değildi… Orhan Pamuk okuruna iyi davranmış… Şaşırtmayan, kahredici olmayan ama dramatik bir finalle uğurlamış okuru Masumiyet Müzesi’nden…

İstanbul’un Çukurcuma semtinde gerçek anlamda bir Masumiyet Müzesi’nin yazar tarafından hayata geçirileceğini de haber olarak aldık, biliyoruz…

Kemal’in, Füsun’a dokunan ya da Füsun’un dokunduğu, içinden geçtiği, onu hatırlatan her şeyi; bir başka deyişle Füsun’un içinden geçtiği “zamana ve mekana” dair toplanabilecek her şeyin sergilendiği bir müze…

İlk bakışta komik ve biraz tuhaf gelen bu fikir düşününce anlamlı ve orijinal geliyor insana…

Hepimiz muzdarip değil miyiz zamanın avuçlarımızın içinden akıp gidişine… “Tutamıyorum zamanı” diye söylenip durmuyor muyuz kendi kendimize… Nesneler, fotoğraflar, mekanlar, hatıralar neyin şahidi? Yekpare bir anın (zamanın) içindeki “şimdi”lerin mi?

Yoksa aynı an içinde hem yakalayıp hem ıskalayışımızın mı?

Sanıyorum ki, önce Füsun’un sonra Kemal’in ve daha sonra Orhan Pamuk’un zaman içinde hem yokluğunun hem varlığının ispatı olabilecek nesnelerin içinde toplandığı bu müze masum olan tek şeyin “zaman” olduğunu  söyleyecek belki de gelecektekilere…

Yayın Tarihi
13.11.2008
Bu makale 800 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!