Bin Muhteşem Güneş

Bin Muhteşem Güneş adlı kitabın kapağını görünce içim imrentiyle doldu. Kendim için hayal ettiğim işlerden biri olmuştur hep; kapak tasarımı. Kapağı açıp hemen baş sayfadaki kapak tasarımı bilgisine baktım. Bu, kendi başlı başına bir roman sayılabilecek muhteşem kapağın tasarımı Utku Lomlu’ya ait.

Kapakta hakim renk sarı. Yazılar dahil sarının tonlarından başkaca bir renk kullanılmamış. Sarı, tüm sıcaklığına rağmen bu denli yoğun ve parlak kullanıldığında bakanda bir iç bunaltısı yaratıyor. Aynı bunaltı, romanı okurken sayfaların, sözcüklerin arasında da hissediliyor.

Ayakta durmuş yöresel ama şık bir kılık içindeki erkek görüntüsünün sadece az bir kısmını kapağa taşımış Utlu Lomlu. Çok kaliteli duran deri bir sandalet, bol şalvar kesim pantolon ve üstünde -belli belirsiz görünen uç kısmından tahmin edebildiğimiz- yine bol dökümlü açık kahve bir gömlek.

Tüm bu kaliteli şıklığa tezat şekilde bir elle sıkıca kavranmış, her an fırlatılmaya hazır  kocaman bir taş parçası. Öyle ki sanki bir anda kapaktaki mekan ve insan canlanacak, elindeki o koca taş parçasını, büyük bir öfkeyle uzaklara fırlatacak gibi. O uzakların geçmiş zaman ya da dünyada hükmü hep süren zalim bir zihniyet olduğunu kavrayabilmek için kitabı okumuş olmak şart elbette.

Yerden alınmış taş parçası elinde öylece dikilmek, öfkeyi ve beraberindeki çaresizliği nasıl güzel sembolize etmiş. Kitabı okuyup bitirdiğimde aynı öfkeyi ve çaresizliği ben de bir okur olarak iliklerimde hissettim. Bugünün, modernliğin, eşitliğin, hürlüğün “garanti” olmadığını düşündüm. Her şey her an değişmeye ne kadar müsait. Yaşamda her şey ne kadar mümkün. Ama en çok ve kolay mümkün olansa, bağnazlık, barbarlık, acımasızlık.

Tüm bunların yanında kitapta beni en derinden yakalayan hissediş, geçmiş zamanı içimizde ne kadar çok ve taze olarak taşıdığımızdı.

Arka kapak yazısında da söylenen gibi:

Nereye giderseniz gidin, ülkeniz peşinizden gelir. Artık siz orada yaşamasanız da o içinizde yaşar. Afganistan’ın Khaled Hosseini’de yaşadığı gibi.

Bin Muhteşem Güneş ilk romanı Uçurtma Avcısı’yla dünya çapında bir başarı yakalayan Hosseini’nin ikinci romanı. Yazar bu romanında da doğduğu toprakları anlatıyor; iki kadının kesişen yaşamları ve dostlukları üzerinden.

Anlatılan sadece iki kadın. Ama aslında insanlığın tarihçesi. Barışı, sevgiyi, hoşgörüyü yakalayamamış iki cins arasında oluşan hayatı. Yeryüzünde hep düşman olan kadın ve erkeği anlatıyor kitap.

Bu değişmez düşmanlığın tökezlediği yerde yakalanan bir başka hali yani aşkı da anlatıyor elbette Hosseini Bin Muhteşem Güneş’de.

Romanın başlarında hayattan bihaber olan Meryem, annesi Nana’ya şunları söylemeyi geçiriyordu içinden:

Korkuyorsun Nana. Hiç tadamadığın mutluluğu benim bulmamdan korkuyorsun. Benim mutlu olmamı istemiyorsun. İyi bir hayatımın olmasını istemiyorsun. Habis, fesat kalpli olan sensin.

Meryem içinden bu geçenleri Nana’ya hiçbir zaman söylemiyor, sadece çekip gidiyor.

Ama nereye ve kimlere!

Yayın Tarihi
22.01.2009
Bu makale 393 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!