Yaşamın hülasası

“Sızlatır bazı saatler dayanılmaz bir acı,

Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacı.

Ruh arar başka teselli her esen rüzgarda,

Ne yazık!Doğmuyoruz şimdi o topraklarda.”

 

Her göçmen ruhun çektiği ortak acının dile geldiği bu dizeler Yahya Kemal Beyatlı’nın... Göç etmenin acısını, burukluğunu ve hayatlar üzerinde bıraktığı tortuyu apaçık eden güzel dizeler...

Vatandan kopmanın, hatta vatana “Elveda” bile diyemeden ömür boyu çekilen hasretin yakıcılığını bizlere en iyi hissettiren bir başka  şair; Nazım Hikmet geldi şimdi hemen hatırıma...

Vatan hasretini ölümün sınırsızlığına bile teslim etmeyen, vatan toprağına muhtaçlığını yaşamın bile ötesine taşıyan, içinde büyüyen  kavuşma arzusunu kendi ölümünden  sonra  arda kalan hemen herkesin boynuna asıp öyle giden sevgili şair Nazım Hikmet...

Şükürler olsun, böyle bir acıyı birebir yaşamadım... Ama nedense göç etmenin halini hep kendimle tanış buldum...

Belki yaşamın bütününü bir göç olarak algılayışımdan bu.. Belki de başka şeylerden...

Doğup büyüdüğüm yerler hep göçmenlerin gelip yerleştiği “son durak” dedikleri yerler olduğu, büyüdüğüm yerdeki mahallelerin adı Plevne, Malkoç, Reşadiye olduğu için belki...

Ya da ünlü psikiyatrist Carl Gustav Jung’un “Kolektif Bilinçaltı” yaklaşımıyla açıklanabilecek bir hal... Jung teorisinde bunu  “ruhsal katılım” eşdeyişiyle de adlandırıyor ve şöyle açıklıyor:

“İnsan zihninin kolektif bilinçaltı denilen  kısmını oluşturan yer, insanlık olarak  edindiğimiz tüm deneyimlerin depolandığı yerdir; hepimiz bu bilgiyle doğarız. Yine de hiçbir zaman doğrudan bunun bilincinde olamayız. Burası tüm deneyimlerimizi ve davranışlarımızı etkiler, en çok da duygusal olanları. Fakat biz bunu ancak dolaylı olarak, etkilerini görerek anlayabiliriz.”

Bazen bir arkadaşımızı aramak için telefonu kaldırırız ve arkadaşımızın zaten hatta olduğunu görürüz ya... İşte, Jung bunların bir rastlantıdan ya da ihtimalden öte; bizim insanlarla ve genel anlamda doğayla kolektif bilinç yoluyla nasıl bağlandığımızı gösteren işaretler olduğunu söylüyor.

İlk görüşte aşk, deja vu (o anı daha önce yaşamışlık hissi) gibi halleri de kolektif bilinçaltıyla gerçekliğin ani kesişimleri olarak niteleyen Jung görüldüğü gibi epey etkileyici yaklaşımlar öne sürmekte...

Bilimin sunduğu açıklamalar iyi güzel de bazen bilmek pek bir işe yaramaz...Yıllar süren bilimsel çabalar “Nasıl” hakkında detaylı ve ikna edici bilgiler verse de ruhun göçmenliği konusunda pek de yatıştırıcı bir işlev taşımaz...

Yahya Kemal Beyatlı’nın dediği gibi; “Ruh arar başka teselli esen her rüzgarda...”

Tüm bu düşünceleri aklıma salan şey İsmail Bilgin’in “Elveda Balkanlar” isimli tarih-romanı okurken  içimde bir yerlerde hissettiğim ani kesişimler oldu...

Karadeniz’in üstlerinden koparılıp sürülmüş atalarımı yad ettim...

“Türkler, bir deniz gibi Balkanlardan çekilmiş lakin tuzunu bırakmış, bütün o topraklar Türklük kokuyor” diyen Beyatlı’yı yad ettim... Hatta, bu güzel deyişini kendimce cevapladım: “Türklükten ziyade özlem, özlem” dedim...

Ve tabii ölümün bile özleme kafi gelmeyeceğini bize dizeleriyle belleten Nazım Hikmet’i yad ettim... Vatan, toprak, bir de  çınar -olursa-... İşte yaşamın hülasası...

 

Yayın Tarihi
11.02.2009
Bu makale 455 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Bence de Yasemin, aslında her şey sadece -özlem-. Yüreğinin yarısını doğup büyüdüğün topraklarda bırakıp başka diyarlara sürüklenmek bir insanın hayatında karşılaşacağı en zorlu anlardan olmalı. Emeğine sağlık.

Özlem Akaydın 13.02.2009

müthişsiniz hocam:) duygulariniza, dilinize , elinize sağlık..

çağla kır 12.02.2009

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!