Jean-Jacques Rousseau, 1712’de Cenevre’de doğmuş, 1778’de Fransa’nın Ermenonville kasabasında hayata veda etmiş özgün, yer yer bohem bir filozoftur. Çocukluğundan itibaren okul disiplinine uyum sağlayamayıp zamanının büyük bölümünü doğada geçirmeyi tercih etmesi, onun insan-doğa ilişkisine dair düşüncelerinin erken bir işaretidir. Tıpkı döneminin birçok düşünürü gibi hayatı sürgünler, yolculuklar ve çatışmalar içinde geçmiş; buna rağmen modern dünyanın en etkili filozoflarından biri hâline gelmiştir.
Spinoza ve Locke’tan önemli ölçüde etkilenmiş; buna karşılık Kant, Karl Marx, Adam Smith gibi düşünürleri etkilemiş; hatta bazı yorumcular tarafından Fransız Devrimi’nin manevi mimarlarından biri kabul edilmiştir.
Rousseau’nun başlıca eserleri şunlardır: Toplum Sözleşmesi, Emile, Bilimler ve Sanatlar Üzerine Söylev, Yalnız Gezerin Hayalleri, İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı. Rousseau, özellikle Emile’i bütün çalışmalarının “en iyi ve en önemlisi” saymıştır.
Spinoza – Locke – Rousseau: Üç Farklı Temel, Tek Modern Dünya
Spinoza
- Tanrı’yı doğa ile özdeşleştirir (panteizm).
- Akıl özgürlüğünü savunur.
- Laik, rasyonel siyaset düşüncesine öncüdür.
Locke
- Mülkiyet hakkı ve bireysel özgürlüğü savunur.
- Liberal devlet teorisinin kurucu babasıdır.
Rousseau
- Eşitlik, halk egemenliği ve genel irade kavramlarını merkeze alır.
- Cumhuriyetçi ve demokratik düşüncenin temelidir.
Tarihsel Paradoks: Aydınlanma Değerlerin yükselişi olarak bilinen bütün bu düşünsel mirasa karşın 20. yüzyılda Avrupa’nın bazı ülkelerinde totaliter rejimler ortaya çıkmış, milyonlarca insan savaşlar ve baskılar altında hayatını kaybetmiştir. Günümüzde de birçok ülkede otoriterleşmenin yeniden yükselişe geçtiği gözlenmektedir.
Ne yazık ki seçimle iktidara gelenler güçlerini artırarak insanlara zulüm etmeye başlıyorlar. Sonuç, ne demokrasi ne insan hakları ne de hukuk kalıyor.