Bu yazım iki haftadır yazdığım makalelerin son bolümü olacak. Kısaca özetleyecek olursak ilk iki yazımda Türkiye’de 27 milyon konut yapılması gerektiğini, eğer iyi tasarlanırsa bu konutlarla güneş enerjisinden 243 TWh/yıl enerji elde edebileceğimizi yazmıştım. Bu miktarın 43 termik santral + Akkuyu nükleer santrallarının ürettiği toplam enerjiden çok daha fazla olduğunu da ifade etmiştim. İyi hoş da biz bunların hepsini yapabilir miyiz? Maalesef ne malzeme ne de iş gücü olarak buna muktedir değiliz. Başarmak için çok iyi bir organizasyon ve planlama gerekiyor. Bu da tabii devletin işidir. Yoksa sade lafla peynir gemisi yürümüyor.
İnşaat işine geçmeden güneş enerjisi ile diğer enerjiler arasında bir fiyat kıyaslaması yapmak istiyorum. Güneş enerjisi (36 $/MWh), termik enerjiden (167 $/MWh) 4,5 nükleer enerjiden (108 $/MWh) de 3 kat daha ucuz. Bu; termik ve nükleer santrallara harcadığımız paralarla, güneş panelleri ile 3 - 4,5 misli daha fazla enerji üretebiliriz demek. Tercih sizin.
İnşaat meselesine gelince: Mevcut sistemle sorun çözülecek gibi gözükmüyor. Beton santralları sayesinde iyi beton temini mümkün oldu. Ancak demir işçiliği aynen devam ediyor. İşçiler aynı işçiler. Hem kalite hem adet bakımından yeterli değiller. Proje bakımından ise dökülüyoruz. 3-4 katlı cumbalı binalarla sorunu çözmek mümkün değil. İşin en kötü tarafı da bir müddet sonra inşaat yapacak yer bulamayacağız, alt yapı sıkıntıları çekmeye başlayacağız. Şehir içinde “kentsel dönüşüm” projeleri ise tersine yoğunlukları nedeniyle şehirleri zehirlemeye devam ediyor.
Benim önerim; en az 5-6 katlı blok yapılarla, ekolojik 400-500 kişilik mahalleler kurmak. İnşaatları endüstriyel şeklinde fabrikalarda yaparak hem zamandan hem de malzemeden kazanabiliriz. Beton mikserlerinin şehir içinde dolaşmalarından da kurtuluruz. İşçilikte kaliteyi sağlamış oluruz. Aslında bu söylediklerim bir icat değil. Avrupa uzun zamandır bunu uyguluyor. Artık binalar şantiyede sadece monte ediliyor. Bizde prekast yapılar genellikle 1-2 katlı konut ve sanayi yapılarında kullanılıyor. Çok katlı prekast yapıların zelzele bölgelerinde uygulanması zor gözüküyor. Ancak bu günkü teknoloji ile halledilemeyecek iş yok. Bunun için de Araştırma, Çalışma ve Deneme gerekiyor. İnşallah çok gecikmeden bunu başarırız.
Yazımı bitirmeden “Yapı Denetim” firmalarından da bahsetmek istiyorum. Çünkü bir yapının iyi kontrol edilmesi sağlamlığının da garantisidir. 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun; Türkiye’de yapı denetim sisteminin oluşturulması amacıyla, 13 Temmuz 2001 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu kanun, özellikle 1999 Marmara Depremi sonrası inşaat sektöründeki eksikliklerin giderilmesi ve yapı güvenliğinin artırılması amacıyla hazırlanmıştır. Bu kanuna göre denetim bürosunu yüklenici seçiyor ve ücretini de kendisi ödüyordu. Bu haksız rekabete sebep olduğu gibi denetleme kalitesini de düşürdü. 1 Ocak 2019’da yürürlüğe giren yeni düzenlemeler ile: Yapı Denetim Firmalarının yapı sahibince seçilmesi yerine, firmaların Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın elektronik sisteminden rastgele atanması uygulaması başlatıldı. Bu, firmalar ile yükleniciler arasında olası çıkar ilişkilerini önlemek için yapıldı. Denetim firmalarının hem projeleri hem de inşaat sürecini daha tarafsız ve etkili şekilde denetlemesi hedeflendi. Tüm süreçlerin bakanlık tarafından takip edilmesi sağlandı. Bundan yüklenicilerin çok memnun olduğu söylenemez. Son günlerde AKP’ nin bir kanun teklifiyle kontrol şeklinin eski şekline getirilmesi arzulanıyormuş. Yani, kontrolü yüklenicilerin seçmesini ve ücretinin yine yükleniciler tarafından ödenmesini istiyorlarmış. Yeni faciaların meydana gelmesi kapıda demektir.