Unutmak nasıl yaşlılığın bir sorunu bir üzüntüsü ise hatırlamak da sevincin ta kendisidir. Geçen hafta, yazarını ve ismini hatırlamadığım bir romanın mistik sonunu anlatmıştım. Dün, oğlum Hüsnü telefon ederek romanın adını ve yazarını hatırlattı. John Steinberck’ in “Bilinmeyen Bir Tanrıya (To a God Unknown)”adlı kitabıymış.
1950 li yıllar kafamızda kavak yellerinin estiği gençlik yıllarıdır. O zamanlar Varlık Yayınları diye bir kurum vardı. 20. Asır yazarlarını biz bu küçücük kitaplardan öğrendik. Steinbeck, Caldwell, İstirati, Hamingway, Hamsun ve daha niceleri. İnanamayacaksınız ama bu kitapların fiyatı 100 kuruştu. Yani 1 lira. Dünya klasiklerini de Milli Eğitim Bakanlığının yayımladığı klasiklerden okuduk. İsmet İnönü Ve Hasan Ali Yücelin şahane önsözleri ile başlayan bu kitaplar da bize dünya klasiklerini tanıttı. Şimdilerde ise; artık gözüm iyi görmediği için, dijital kitapları tercih ediyorum. Kitapların o güzel kokusunu unuttuk gitti.
Belki merak edersiniz diye “Bilinmeyen bir Tanrıya” adlı kitabın özetini vererek yazımı bitirmek istiyorum.
Joseph Wayne, ailesinin en küçük oğludur ve Kaliforniya’daki verimli topraklara sahip olma hayaliyle yola çıkar. Babası öldüğünde, Joseph bu toprakları kendisi için kutsal bir yer olarak görmeye başlar ve burada bir çiftlik kurar. Kardeşleri de zamanla ona katılır. Başkahraman Joseph Wayne, doğayla ve özellikle de toprağıyla mistik bir bağ kurmuş bir çiftçidir. Roman boyunca doğanın gücü, tanrısallık ve insanın doğayla ilişkisi sorgulanır. Zamanla, çiftlik zorluklarla karşılaşır: Kuraklık başlar, hayvanlar ölür ve kardeşleriyle arasındaki ilişkiler gerilir. Joseph, doğanın gücünü anlamaya ve ona hükmetmeye çalışırken, trajik olaylar yaşanır. Kuraklık ve felaketler karşısında umutsuzluğa kapılan Joseph, yağmur yağdırmak için her şeyi yapar. Sonunda gerçek bir fedakârlık yapması gerektiğine inanır. Roman, kutsal gördüğü ağacın yanında kendini kurban etmesiyle biter. Bu durum klasik bir intihar sahnesinden ziyade bir adanmışlık gibi tasvir edilir.