Sözcü gazetesinde; zevkle izlediğim, Ege Cansen’ in eski Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın eğitim hakkındaki düşünceleri üzerine yaptığı “Allahtan Kork” başlıklı yorumunu okudum. Bir emekli general olan Hulusi Akar kısaca şöyle diyor: "Eğitimin amacı bilgi edinmek değildir. Eğitimin amacı bir Allah korkusu, iki kuldan utanmalıdır. Eğer biz 4-12 yaş arasındaki çocuklarımıza Allah korkusunu verirsek, Allah'tan korkmayı, kuldan utanmayı verirsek, vatan sevgisini verirsek, millet sevgilisini verirsek, bayrak sevgisini verirsek, başkaları için iyilik yapmayı öğretirsek ve diğer milli ve manevi değerlerimizi onlara yüklediğimiz takdirde onun üzerine bu çocuk nereye giderse gitsin, dünyanın her yerine gitsin bu çocuktan korkmayın. Eğer bu verilmezse şu gördüğümüz tablo olur. Bu sefer ateistle mi deistle mi uğraşacaksınız LGBT ile mi uğraşacaksınız Uyuşturucuyla mı uğraşacaksınız Şaşırırsınız, şaşırırsınız." Sayın Cansen yorumunda Allah’tan korkulduğu için pek çok yanlışların yapılmaması gerektiğini söylüyor ve Sayın Akar’ın bazı düşüncelerine katıldığını bazılarının ise kabul edilemeyeceğini belirterek devam ediyor. Hâlbuki, metot yönünden bakıldığı zaman; çağımızda, Korku ile uygulanacak bir eğitimin savunulacak hiç bir tarafı yok. Yanlış dahi olsa, bir kumandan askerleri için böyle düşünebilir. Ama bir ülke eğitimi için böyle bir öneride bulunmak bağnazlıktan başka bir şey değildir. Aslında beni, bu mevkilere gelmiş bir insanın düşünceleri şaşırttı. Konuşmanın başındaki “ Eğitimin amacı bilgi edinmek değildir” cümlesi de ayrı bir sorun. Zira eğitimin asıl amaçların birisi de nasıl doğru ve iyi bir şekilde bilgi edinileceği olmalıdır.
Bu konuda çağdaş dünyadaki düşünceleri sizlerle paylaşmak ve bazı bilim insanlarından örnekler vermek istiyorum.
Günümüzde pedagoglar ve psikologlar korkuya dayalı eğitimi olumsuz bir yaklaşımla değerlendiriyorlar. Araştırmalar, korku temelli bir eğitim anlayışının çocukların öğrenme süreçlerine ve duygusal gelişimlerine zarar verdiğini gösteriyor. Modern eğitim anlayışında, çocuklara güven ve destek sunan, onları cesaretlendiren yaklaşımlar öne çıkıyor. Pozitif disiplin, sosyal-duygusal öğrenme ve yapılandırıcı pedagojiler, korkuya dayalı yöntemlerin yerini alıyor. Sonuç olarak, korkuya dayalı eğitimin uzun vadede öğrencilere zarar verdiği kabul edilirken, güven ve saygı temelli, pozitif bir eğitim anlayışı önerilmektedir
Örneklere modern eğitimin babası sayılan İsviçreli Pestalozzi (1746-1827) ile başlamak istiyorum: Pestalozzi, eğitimin sadece akademik bilgiyle sınırlı olmadığını, zihinsel, fiziksel ve duygusal gelişimi kapsaması gerektiğini savunur. Bu anlayış, "baş, el ve kalp" felsefesiyle ifade edilir; yani eğitim zihin (düşünme), el (uygulamalı öğrenme) ve kalp (duygusal ve ahlaki gelişim) üzerinde dengeli bir şekilde odaklanmalıdır. Pestalozzi'ye göre, çocuklar doğal olarak öğrenmeye eğilimlidir ve bu sürecin desteklenmesi gerekir. Çocukların kendi hızlarında ve doğal gelişim evrelerine uygun olarak öğrenmelerine izin verilmelidir. Bu, katı disiplin yerine çocuğun ilgi ve merakını keşfetme fırsatlarının verilmesi anlamına gelir. Pestalozzi, eğitimin sevgi dolu bir ortamda gerçekleşmesi gerektiğini savunmuştur. Öğretmenler, çocuklara sevgi ve şefkat göstererek onların özgüvenini geliştirmeli ve olumlu bir öğrenme ortamı oluşturmalıdır. Aile ortamı da eğitimin önemli bir parçası olarak görülür. Pestalozzi, eğitimin sadece bilgi aktarmakla kalmaması, aynı zamanda ahlaki değerler kazandırmayı da hedeflemesi gerektiğini savunur. Ona göre, eğitim yoluyla çocuklara dürüstlük, sorumluluk ve sevgi gibi erdemler aşılanmalıdır.
Maria Montessori (1870-1952): Montessori eğitim sistemi, çocukların kendi hızlarında ve ilgi alanlarında öğrenmelerini teşvik eder. Montessori, çocuklara karşı saygıyı ve özgür öğrenmeyi savunur, korku veya cezalandırmaya dayalı bir eğitim yerine, öğrencinin iç motivasyonuna dayalı bir yaklaşımı benimser.
Brené Brown (1965): Özellikle duygusal zeka ve güven üzerine çalışan Brené Brown, eğitimde korkuya ve utanca dayalı yaklaşımların yerine cesaret, empati ve savunmasızlık gibi kavramları öne çıkarır. Öğrencilerin kendilerini güvende hissetmeleri gerektiğini savunur.
Ken Robinson (1950-2020): Eğitimde yaratıcılığı savunan Ken Robinson, mevcut eğitim sistemlerinin çocukların doğal yaratıcılıklarını körelttiğini savunur. Öğrencilerin cezalandırma veya korkutma yoluyla disipline edilmek yerine, destekleyici ve teşvik edici bir öğrenme ortamına ihtiyaç duyduklarını vurgular.
Kısaca “Korku yerine bize sevgi gerekiyor”. Acaba “Allah’tan korkmuyorum onu çok seviyorum” diyebilir miyiz?
Maalesef “Herkes gider Mersin’e biz gideriz tersine”.