Bildiğim kadarıyla insanların zehirlenmesi iki türlü oluyor. Birincisi zehirle intihar ederek gerçekleşen ani ölümler. Diğeri ise uzun zamanda yavaş yavaş başkası tarafından zehirlenerek gerçekleştirilen ölümler. İntihar ölümleri için en ünlü örnek Sokrates’in baldıran otu şerbeti içerek intihar etmesidir. Mısır kraliçesi Cleopatra da; Roma yenilgisinden sonra, bir zehirli yılana kendini ısırtarak intihar etmiştir. Fatih Sultan Mehmet’in ve Napolyon Bonapart’ın ise uzun zaman içinde çevresindekiler tarafından yavaş yavaş zehirlenerek öldürüldüğü rivayet edilir.
Lafı; dönüp dolaşıp, buradan yine “kentsel dönüşüme” getirmek istiyorum. Rahmetli Yener Ulusoy Belediye başkanıyken Meclis üyeleri arasında ısrarla konuşulan bir konu vardı: “kat Göğün tapusu mu var, Binaların yüksekliklerini bir iki artırsak ne mahsuru olur?” diye. O zamanki üyeler çok masummuş, şimdi katlar iki misli artıyor. Herhalde sizler de fark ediyorsunuzdur Antalya’da da trafik yavaş yavaş çekilmez hale geliyor. İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa gibi pek çok şehrimiz bu nedenle yaşanamaz hale geldi. Şimdi sıra Antalya’da. Buna su, elektrik, kanalizasyon gibi diğer altyapıları da eklerseniz sonucun ne kadar vahim olduğunu görürsünüz. İşte buna ben “yavaş yavaş zehirlenme diyorum”.
Bir şehrin alt yapısı nüfusuna göre hesaplanarak yapılır. Öngörülen nüfus arttıkça boruların çapları, tellerin kalınlıkları, yolların genişliği yetmemeye başlar. Bu da hayatı yaşanmaz hale getirir. Birkaç yeni yol, alt geçit, üst geçit, kavşak yapmak sorunu çözmüyor. Yeni çözümler bulmak zorunluluğunda olduğumuzu sayın yöneticilerin anlaması lazım.
Paris, Londra gibi kadim Avrupa şehirlerinde eski binaların yıkılıp yerlerine çok katlı gökdelenler dikildiğini hiç gördünüz mü?