Türkiye zor bir durumdan geçiyor. Büyük bir dış borç, yüksek bir enflasyon ve çöken kurumlar. Bunların nedenlerini ve kurtuluş yollarını pek söyleyen yok. İnsan en azından muhalefetin bunları dile getirmesini bekliyor. Ama nerede?
Bu yazımda; devirlerinde yaşadığımız, dört başbakandan bahsedeceğim. Sonra da Acemoğlu’nun kitabından alıntılar yaparak konuya daha geniş açıdan bakmaya çalışacağım.
- Tek partili rejimden son Demokrasiye geçince her şeyi çözeceğimizi zannettik. Hiç de öyle olmadı. Adnan Menderes hem dindarlara taviz vererek hem de meclis çoğunluğuna dayanarak totaliterliğe devam etti (1950-1960). Demokrat Parti Liberal tutumuyla ülkede zenginlerin artmasına neden oldu ama Türkiye’ nin ilerlemesini sağlayamadı. Sonuç da Menderes; ihtilalleri miras bırakarak, dönemi acı bir şekilde hayatıyla ödedi.
- Türkiye’de en uzun başbakanlık yapmış, beş defa gidip altı defa geri gelmiş olan Süleyman Demirel’dir (1965-1971)(1975-1977)(1991-1993)(1977-1978)(1979-1980)(1991-1983). Barajlar kralı olarak tanınan Demirel Dicle ve Fırat nehirlerine “yedi küpeli” gelin olarak adlandırılan barajları yaptıran kişidir. Bu hizmetleri unutulamaz ama bu Türkiye’nin kalkınmasına yetmedi. Barajlar yapıldı ama doğru dürüst bir tarım politikamız olmadığı için tarım gelişmedi. Bir ülkenin sadece tarım ile kalkınması da mümkün değildi. Amerika da böyle düşünüyordu. Sanayi kendisinde vardı başkasının yapmasına gerek yoktu. Türkiye gibi ülkeler ise tarım yapıp insanları doyuracaklardı.
- Özal, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra parlak fikirleriyle bir umut olarak doğdu. İnsanlar “özelleştirme”, “yap işlet devret” ile ekonominin düzeltilebileceğini sandılar. Özal; yine de, sahildeki devlet arazilerini turizme tahsis ederek turizmin gelişmesine büyük katkı sağladı. Parayı mal yerine koyup onu manipüle etmek Türkiye’yi krizlere sürükledi. Türkiye böyle de ilerleyemedi.
- Bülent Ecevit, Kara Oğlan da birkaç kere; kısa da olsa, gelip gitti (1974-1974)(1977-1977)(1978-1978)(1999-2002). Ecevit sendika ve işçi hakları konusunda Türkiye’ye çok şey kazandırdı ama bu da Türkiye’nin kalkınmasına kâfi gelmedi.
- Tayip Erdoğan (2003-2014) Liberal partilerin devamı olarak geldi. Menderes’i, Özal’ı kutsadılar. Özeleştirme, yap işlet devret metotları daha da geliştirilerek bir vurgun haline geldi. Cehalet, liyakatsizlik başını aldı gitti. Gösteriş, israf, gereksiz yardımlar bütçeyi perişan etti. Dinin siyasallaşması, cumhuriyetin dışlanması halkı ikiye böldü. Bu durum Başkanlık sistemi ile daha da totaliter bir uygulamaya büründü. Yanlış mali politikalar ve vergi sistemiyle zenginler daha da zengin olurken halk açlık sevisinde fakirleşti. Yöneticiler; büyük bir pişkinlikle, betona dökülen paralarla durumun çok iyi olduğunu söylemeye devam ettiler. Her ne kadar AKP Türkiye’yi uçurduğunu söylese de uçan falan olmadı.
Acemoğlu da tam bunları konu alıyor ve ülkelerin neden düşüşe geçtiklerini örneklerle anlatıyor. Prof. Dr. Daron Acemoğlu, özellikle ekonomik tarih ve kalkınma üzerine yaptığı çalışmalarında, büyük devletlerin çöküşünü kurumların zayıflamasına ve eşitsizliğin artmasına bağlamaktadır. Acemoğlu, James A. Robinson ile birlikte yazdığı "Why Nations Fail" (Ulusların Düşüşü) adlı eserinde, devletlerin yükselişi ve çöküşünün temelinde kapsayıcı ve dışlayıcı kurumlar arasındaki farkın olduğunu vurgular.
Dışlayıcı ekonomik ve politik kurumlar, belli bir zümrenin çıkarına çalışırken halkın büyük bir kısmını dışarıda bırakır. Bu durum, ekonomik verimsizliğe ve toplumsal huzursuzluğa yol açar. Örneğin, kaynakların yalnızca elitlere yönlendirilmesi, uzun vadede devletin direncini azaltır.
Kapsayıcı kurumlar ise yeniliği ve girişimciliği teşvik ederken, dışlayıcı kurumlar bu tür ilerlemeleri engeller. Teknolojik ilerlemeyi benimsemeyen devletler, daha dinamik rakipleri karşısında geride kalır. Gelir dağılımındaki adaletsizlik ve artan eşitsizlik, sosyal huzursuzluklara ve isyanlara neden olur. Bu durum devletin istikrarını zedeler.
Başka bir yazıda Acemoğlu’ na devam etmek umuduyla.