İnsan hangi yaşta olursa olsun, hayatı anlamak için geriye, yaşamak için ileriye bakar. Özellikle yaşlılar sık sık maziye bakma gereğini duyar. Çünkü hayatın anlamını değerlendirmek için en uygun yaşam dönemidir. Gençken uzun bir gelecek vardır. Mazi kısadır. Henüz hayat yolunun başında olanlar için maziden çıkarılacak dersler azdır. Yaşlı insanın yürümesi gereken yolu kısaldıkça, hayatı anlamak için incelemesi, karşılaştırması, değerlendirilmesi gereken mazisi uzar.
Herkesin mazisi farklıdır, ama hayatın anlamı konusunda sorular hep aynıdır. Dünyaya neden geldim? Nereye gideceğim? Dünyada bana düşen sorumluluk ve görevler nelerdir? İyi bir yaşam nasıl olmalıdır? Bunlar binlerce yıldır sorulmuş ve cevaplanmıştır. Fakat cevaplar nihai olmadığı için, tekrar tekrar sorulmalı ve yeni cevaplar aranmalıdır.
Neden hayatı anlamak istiyoruz? Belki avunmak için. Dünyaya gelmiş olmamızın bir tesadüf olmasını istemediğimiz, derin bir anlamı olmasını arzu ettiğimiz için. Gerçekten derin anlamı var mıdır? Bu önemli değildir. Önemli olan insanın onda bir anlam görmesidir. Hayata anlam katan insanın kendisidir. Bunu yapmazsa, hayvandan farkının kalmayacağını düşünür.
Hayvan olmak fena bir şey midir? Hayvanlara sormak lazım, ama dışarıdan bakıldığında sanki insandan daha mutlu gibi görünüyorlar. Sanki hayvanlar hayatın anlamını insandan daha iyi anlamış gibi davranıyorlar. Kimseye zararları yok, savaşmıyor, karnı doyunca diğer hayvanların rızkına göz dikmiyor. İnsan tam tersi. Karnı tok bile olsa gözü aç. Gözü doymadığı için gönlü huzur bulmuyor. İnsan sadece ömür boyu yaşlanan ve ömür boyu öğrenen bir varlık değil, aynı zamanda ömür boyu gözü doymayan bir varlık. Tabiatındaki hazımsızlık binlerce yıldan beri aradığı mutluluğu bulmasına engel oluyor.
İnsanın en önemli özelliği nedir? Bunu kime sorsak hep “akıllıdır” cevabını alıyoruz. Akıl nedir? Bunu tam olarak kimse bilmiyor. İnsan kendini akıllı olarak gördüğünü söylerken, aynı anda diğer canlıların akılsız olduklarını söylüyor. Fakat hem bitkilerin, hem de hayvanların akıllı olduklarına işaret eden bulgular var. Sadece akıl dediğimiz, insanın kullanmayı ender hallerde becerdiği özellik, bitkide ve hayvanda farklı bir şekilde kendini gösteriyor. Yüzbinlerce yıldır 30-40 yaşlarında ölen insan mı daha akıllıdır, yoksa Hz. İsa’dan 1000 yıl önce toprağa düşen bir tohumdan ortaya çıkan ve bugün hâlâ hayatta olan yaşlı zeytin ağacı mı? 100 yaşına erişen insanların çoğalmasını başarı ve zafer olarak anlamlandıran insan mı daha akıllıdır, yoksa 30000 (otuz bin) yaşındaki Antarktikte yaşayan sünger mi? Genç görünmek için bedenine zehir şırıngalayan insan mı daha akıllıdır, yoksa bir günlüğüne dünyaya gelip işlevini tamamladıktan sonra ölen sinek mi? Ülkesine sokmamak için insanların denizde boğulmasına göz yuman insan mı daha akıllıdır, yoksa zürafalar yapraklarını yerken salgıladığı kokuyla tehlikeyi diğerlerine haber veren ağaç mı?
Hayatın anlamı var mı? diye sorunca, aslında “insanın” hayatının anlamını sormakla yetiniriz. Hâlbuki her canlının hayatı anlamlıdır. Akıllı ama aklını kullanmayan insan, diğer canlıların hayatına değer vermemekle kendi hayatının değersiz olduğunu göstermiyor mu? Doğanın bize ihtiyacı yok, ama bizim ona ihtiyacımız var. Şehirlerimize bakın. Beton yığını, çirkinlik akıyor. Şehirleşme dediğimiz şey doğayı katletmektir ve aslında kendimizi katlediyoruz.
Şimdi hayatı geriye doğru anlamaya çalışan ve önündeki yürümesi gereken yolu kısalanların çoğaldığı bir süreçteyiz. Nüfusun yaşlanması, demografik yaşlanma; yani yaşlılar çoğalıyor, ama bilgelik artmıyor. İnsan kıt aklıyla yaşlandığında kendini bilge olarak görmeyi arzu ediyor. Onun bu isteğini anlamak kolay, ama neden istediğini anlamak çok zor. Çünkü kendinde olmayanı var gibi görmek de akıl kıtlığına işaret ediyor.
Beynimiz düşünürken hiçbir şey düşünmez. Beyin protein, yağ, karbonhidrat ve sudan ibarettir. Düşünmek için sahibine ihtiyaç duyar. Fakat sahiplerin aklı yoksa beynin suçu ne?