Hans Peter Dreitzel’in belirttiği, “Hiçbir şey, sürekli tetikte olan bir sosyolojik bilincin aşamalı gelişiminden daha fazla zaman ve entelektüel çaba gerektirmez” ifadesi, “Gerontolojik Bilinç” için de geçerlidir. Çünkü bu, gündelik dünyada kendimizi yönlendirdiğimiz olağan bakış açısının tamamen değişmesiyle ilgilidir. Gerontolojik bilinç terimiyle ne kastediyorum?
Öncelikle şunu belirtelim: Gerontolojik bilinç “şudur” diye bir şey yoktur. Aksine birçok “Gerontolojik Bilinç” vardır. Bunun sebebi, yaşlanma kavramının çok boyutlu özelliğidir. İnsanın yaşlanmasını en az üç boyut olarak tanımlıyoruz: Biyolojik/fizyolojik, psikolojik ve sosyal yaşlanmalardan söz ediyoruz. Dolayısıyla “yaşlanma” olgusuna hangi açıdan bakıyorsak, gerontolojik bilincimiz de “açıya” göre değişmektedir.
Bu nedenle gerontolojik bilgi ve teorileri hemen anlamak genellikle zordur. Çoğu zaman anladığınızı düşünürsünüz, ancak başka bir kitap okuduğunuzda ve hakkında her şeyi anladığınıza inandığınız şeyde, daha önce bu kadar net olan şeyin aslında, o kadar da net olmadığını görürsünüz. Yeni okunanlar, daha önce okuduklarınızdan sanki daha iyi görünme eğilimindedir. Ama daha sonra elinize başka bir kitap alıp, uyanık olmasına özen gösterdiğiniz gerontolojik bilincinizle okumaya devam ettiğinizde, yeniden kafanızın karıştığına şaşırırsınız.
Neden? Çünkü sosyolog Heinz Abels’in sosyoloji için söyledikleri Gerontolojide de geçerlidir: “Sosyoloji ebedi ve nihai hakikatlerle ilgili değildir.” Tıpkı Gerontoloji gibi! Bugünkü yaşlanma olgusuyla 100 yıl önceki farklıydı ve 300 yıl önceki de 100 yıl önceki yaşlanma olgusundan farklıydı. Yaşlanma dediğimiz olgu, dinamiktir, yani sürekli değişmektedir.
Nihai ve ebedi hakikatin peşinde değildir. Zaten bilim dallarının hiçbiri bunları aramaz. Biz sadece yorumlanmış, öznel gerçekleri arıyoruz, yani var olanı. Bu yüzden nihai gerçekleri değil, "yansıyan kesinlikleri" (Abels) aramaya zorunluyuz.
“Yansıyan kesinlik” ne demektir? Bir kişi fikirlerini paylaştığında ve bu fikirlerin diğerleri tarafından "geçici doğru" olduğu düşünüldüğünde, "yansıyan kesinlik” vardır. Aslında yansıyan kesinlik kavramının yerine, “yansıtılan kesinlik” demek daha doğrudur. Çünkü bir Gerontolog, yaptığı bir araştırma sırasında, o an “neyi” araştırıyorsa, onun kendisine “çevreden” (yani kendi dışından) yansıyışını algılayacaktır. “Yansıyanı” mevcut bilgisi ve tecrübesiyle yorumlayacak ve sonra “kendisine yansıyanın” bir değerlendirmesini yaparak, bunu belki bir makalede veya kitapta diğerlerine (okuyuculara) “yansıtacaktır”. Sosyal bilimlerde (Sosyolojiyi, Psikolojiyi, Pedagojiyi vs. bu kavram altına toparlıyorum), bütün yayınlanan literatürde biz “yansıyanın yansıtılanını” okur ve değerlendirip bir de kendimiz onu tekrar yansıtırız, yani diğerlerine aktarırız. Dolayısıyla gerontolojik bilgiler daima “İlk yansıyanın yansıtılışının yansıtılışının yansıtılışının … yansıtılışıdır”. Her yansımada bir öncekine eklenen yenileri vardır. Böylece “bilgi birikimi” artar.
Bu yansıtılmış bilgilerin “doğru” kabul edilmesinin sebebini açıklamak kolaydır: Bilimde “bilimsel bilgi” üretebilmek için, “bilim camiasının” kabul ettiği ve uyulması gereken kuralları vardır. Bunlar “bilimsel kural” kavramı altında anılır. İlk bakışta övgüye değer görünen bilimsel kurallarla üretilen “bilimsel bilgiler”, mutlak bir doğruyu yansıtamaz ve bilimsel kurallar konusunda da farklı görüşler vardır. Bunlar birçok kişinin paylaştığı, ama herkesin kabul etmediği bir bilimsel anlayışa dayanır. Burada bu bilimsel anlayışa göre türetilen bilgilerden bahsediyorum. Çoğunluğun “bilimsel bilgi” üretiminde (doğru olduğunu) kabul ettiği, bizim de hiçbir şey söylemeden (çoğumuzun farkında bile olmadığı) sessiz sedasız kabul ettiğimiz, bilgi üretimi stratejisine literatürde “Nomolojik Dedüktif Model” denir. Bunun kurallarına uyarak bilgi üretirseniz, bilgilerinizin kabul görme şansı az değildir.
Nomolojik-dedüktif bilgi üretiminde bir “yasa” ve en az bir “yan koşul” (veya yasadan hareket ederek elde edilen bir sonuç) vardır. Örneğin: “Tüm insanların yaşam süresi sınırlıdır” (yasa), “İsmail bir insandır” (yan koşul veya yasadan çıkan sonuç). Bu “yasa ve yan koşul” ikisi birlikte nomolojik-dedüktif bilgi çıkarımının çıkış noktasını oluşturur. Bunlara “öncül” diyoruz. Yani en az iki öncül gereklidir. İkisine birlikte “explanans” (açıklayan) denir. Bu Latince kavramı bilmek bazen önemli olabilir. Çünkü yabancı literatürde ender diyemeyeceğimiz kadar sık, bu kavram bir açıklama getirilmeden kullanılmaktadır. Çünkü birçok yazar bu kavramın okuyucu tarafından bilindiğini kabul eder. Bu varsayım her zaman geçerli değildir. Bu “açıklayandan” hareket ederek çıkarılması gereken “mantıklı” sonuç, yani “açıklanan” nedir? Evet doğru: “O zaman İsmail’in yaşam süresi sınırlıdır.” Buna da yabancı literatürde sıklıkla “explanandum” (açıklanan) denir. Açıklayandan hareket edilerek açıklanana erişilir.
Örnekte, “açıklayandan açıklanana” erişmek kolaydır. Madem insanların yaşam süresi sınırlıdır ve İsmail de bir insandır, o zaman İsmail’in de yaşam süresi sınırlıdır. Fakat sosyal bilimsel teorilerin çıkış noktaları, bu kadar basit değildir. Yine de açıklayandan hareket edilerek, açıklanana erişirken “mantık” ilkesi zedelenmemelidir. Yani bir şeyin karmaşık olması, hata yapma özgürlüğü sağlamaz. Aksine dikkatli olmamız gerekir. Hatalar genellikle yanlış seçilen “çıkış noktasından” ve farkına varılmayan mantık hatalarından dolayıdır. Bir örnek (W. Ernst ve diğerleri, 2002):
- Öncül: “Petersen İsveçlidir” (yan koşul).
- Öncül: “İsveçliler Protestan’dır” (yasa).
- Sonuç: “O zaman Petersen Protestan’dır.”
Bu “şeklen” doğrudur ama sonuç yanlıştır. Bunun nedeni “2. Öncül” ün yanlış olmasıdır. İsveçlilerin hepsi Protestan değildir. Doğrusu şudur. “İsveçlilerin çoğu Katolik değildir.” Yani: İsveçlilerin çoğu Protestan’dır, ama hepsi değildir. Dolayısıyla sonuç şöyle olmalı idi: “Bu yüzden Petersen büyük olasılıkla Katolik değildir.” Bu basit örnekten bir şey daha öğrendik: Sosyal bilimsel bilgilerde “kesinlik” arayamayız. Daima “olasılıksal” sonuçlar çıkarılır. Bu örnekte de görüldüğü gibi. Böyle buyuruyor Gerontoloji; bizden söylemesi...