DUAYEN

Felsefe

Felsefe

 

Geçen hafta felsefe yönünden Antalya dolu dolu geçti. Ansiad’ın düzenlediği; beş gün süren, “Cumhuriyetin 100. Yılında Türkiye’de Felsefe kongresi” büyük bir başarı ile tamamlandı. Bu etkinliğe katkıda bulunan kurucu üyemiz ve ilk başkanımız Sadık Badak’a, organizasyonu yöneten Akın Akıncı’ya ve Üyemiz ve felsefe hocamız Yusuf Örnek’e ne kadar teşekkür etsek azdır. Sanırım yoğun program nedeniyle konuşmacılara sual sorulamaması büyük bir eksiklikti. Felsefenin temel ilkesi olan “sorgulama” bu toplantıda maalesef eksik kaldı. Ben katılabildiğim toplantılardaki bir sorumu bu yazımda sormak istiyorum.

  • Toplantının ilk konuşmacısı olan Sayın Prof. Dr. Mehmet Alkan; “Cumhuriyetin 100. Yılında Türkiye’de Felsefeye Bir Bakış” başlıklı sunumunda şöyle bir görüş belirtti: Osmanlı’da medreselerde Mantık okutulurken bu gün hukuk fakültelerinde Mantık dersi bulunmuyor. Hocanın, bu sözünden medreselerin hukuk fakültelerinden daha iyi olduğu anlamını çıkartmak istemiyorum. Bence bu sadece bu günkü hukuk fakültelerinin bir eleştirisiydi. Yine de konuyu biraz açmak istiyorum. Çünkü ülkemizde hala medreseye dönmek isteyen, onları kutsayan, onları üniversite yerine koyan bir kesim var. Sade düşünce alanında değil; “Tevhid-i Tedrisat” Kanuna rağmen, medrese kuranlar ve binlerce öğrencisi olan medreseler var.
  • İslamiyet’in kuruluşu ile eğitim camilerin içinde başlamıştır. Daha sonraları standart ve sistemli eğitim verebilmek için medreseler kurulmuştur. Medreselerde yalnız ileri seviyede eğitim yapılırdı. İlköğretim ise genellikle tek derslikli sübyan okullarında verilirdi. Burada temel ders genellikle Kuran’ın anlamı açıklanmadan öğretilmesiydi. Kuran’ı ezberledikten sonra, çocuklar kelime bilgisi, hitabet bilgisi, edebiyat, tarih gibi ek konular üzerinde üç yıl daha çalışılabilirdi. Öğrenciler basit seviyede matematik de öğreniyorlardı. Okula başlama yaşı 4-5, bitirme yaşı ise 13-15 yaş arasındadır. Sübyan okulu muallimi olmak için aşağıdaki niteliklere sahip olmaları yeterliydi: Cami imamı veya müezzini olmak, okuryazar ağır başlı bir kişi olmak, ölen bir öğretmenin aynı vasıfları taşıyan oğlu olmak, hafız ve okumuş kadın olmak. Bu okullar vakıflar tarafından kurulur ve sürdürülürdü.
  • Türkler İslamiyet’i IX.-XI. yy arasında kabul etmişlerdir. İslam tarihçileri ilk medreselerin Sultan Alp Aslan ve Melik Şah zamanında ünlü vezirleri Nizam ül-Mülk (1018-1092)   tarafından kurulduğunu kabul ederler. Ancak bu gün Gazne’ li                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                               Sultan Mahmut (997-1030) tarafından, daha önce inşa edilmiş dört medrese olduğunu biliyoruz.
  • Farabi (870-959) ve İbn-i Sina (980-1037) bu dönemde yaşamıştır. Eğitim bilimine ilişkin ilk açıklamalar Farabi ile başlamış ve devam etmiştir. Bütün Avrupa, Farabi’yi Aristo’dan sonra ikinci, İbni Sina’yı da üçüncü öğretmen olarak kabul etmektedir. Farabi’nin Mantık, felsefe, fizik, kimya gibi konularda yüzden fazla eseri vardır. İbni Sina, “Kanun ve Şifa” adlı eseri ile tıp bilimine büyük katkı sağlamıştır. “Ahlaka ve fazilete önem vermeyen bir hayatın ne önemi vardır?” Diyerek bu iki hususa verdiği önemi dile getirmiştir. İbn-i Sina bilime ve beden eğitimine de çok önem vermiş, çocuk eğitimi ve sağlığı üzerinde ısrarla durmuştur.
  • Ortaçağ’da İslam eğitimi iki kısma ayrılmıştı: Dar-ül ilim denilen birincisi, matematik, astronomi, geometri, fizik, tıp, gramer ve felsefe gibi dersleri içeriyordu. İslam ilimleri denen ikincisi ise usul, fıkıh, hadis gibi ilahiyat kollarını içeriyordu.
  • İslam felsefesi IX., X., XI. ve XII. Asırlarda en üst seviyeye ulaşmıştır. İbn-i Haldun’un tarih felsefesinde yaptığı çalışmalar istisna edilirse İbn-i Rüşt’ün ölümünden sonra İslam’da felsefenin bittiği kabul edilir. Gazali’ nin (1058-1111) Yunan kaynaklı felsefeye karşı bir görüş açısı koyması ve gericiliğin ezici baskısı felsefenin yerini gizliliğe ve yobazlığa bırakmasını, kendisinin de ortadan çekilmesini zorunlu kılmıştır.

Gazali sade felsefeyi değil, matematiği bile; felsefeyle ilgili diye, zararlı görmüş ve yasaklamıştır.

  • Gazali düşüncesinin yayılması Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş ve gelişme zamanına rastlar. Osmanlılar maalesef ne Yunan ne de Arap felsefesi (Abbasiler dönemi) ile ilgilenmemişlerdi. Eski medreselerin yerini akıldan uzak, sadece yoğun din içerikli, bağnaz, ezberci bir eğitim almıştır. Eğitim ve kitaplar Arapça olmasına rağmen öğrenciler Arapça bilmiyordu. Her husus, insan eksenli değil Tanrı eksenli ele alınıyordu. Xx. Asra kadar bu husus yozlaşarak devam etmiştir. 600 yüz yıllık hayatında, Osmanlının bir tek bilim adamı dahi yetiştirmemmiş olmasının sebebi bu olamaz mı? Onun için Osmanlı medreseleri Üniversite değil normal bir okul olarak bile kabul edilemez.
  • Halil İnalcık medreselerde okunan dersleri şöyle sıralıyor: Sarf, Nahv (cümle bilgisi),Mantık, Hadis, Tefsir, Adab-ı bahis(konuşma adabı), Vaaz, Belagat, Kelam, Hikmet (bilim), Fıkıh, Faraiz (miras hukuku), Akaid (inancın esasları), İlm-i heyet (astronomi ve astroloji), Matematik. Mantık, Hikmet, Matematik gibi dersler hep tali olmuş ve İslam akidelerine uydurarak anlatılmıştır.
  • Bu konuyu Orhan Hançerlioğlu’ nun şu güzel yazısı ile bitirmek istiyorum: İslam dünyasının Ortaçağ’ı Hristiyan dünyasının Rönesans’a eriştiği yıllarda başlamaktadır. Diğer bir deyişle İslam dünyası Yunanlılardan aldığı bütün bilgileri, özellikle Farabi, ibn-i Rüşt ve İbn-i Sina’ nın elleriyle batıya geçirip, onları uyandırdıktan sonra kendi rahat uykusuna yeniden yatmıştır.

Cumartesi akşamı sevgili Yusuf Örneğin; Can Okan’ ın piyanosu eşliğinde, “Friedrich Nietzche ve Müziğin Ruhundan Felsefenin Doğuşu” sonumu mükemmeldi ve bizleri gerçekten büyüledi. Sağ olun.

(Ülkemiz yine sallandı. Hem öyle böyle değil, müthiş bir sallantıydı bu. Acımız çok büyük, Milletin Başı Sağ Olsun.)

Yayın Tarihi
11.02.2023
Bu makale 614 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!