DUAYEN

Eğitim (Maarif !)

“Dünyayı değiştirmek için kullanabileceğiniz en güçlü silah eğitimdir. -Nelson Mandela”

Bu konuda daha önce pek çok şey söylemiştik. 2012 yılında yazdığım “Türklerde ve Avrupa’da Öğretim Mekânları ve Yöntemleri” adlı bir kitapçığım da var. Milli Eğitim Bakanlığının hazırladığı yeni okul müfredatı (TÜRKİYE YÜZYILI MAARİF MODELİ) konuyu tekrar gündeme getirdi. Durum çok vahim gözüküyor. Aslında konu yeni değil. AK Parti; daha doğrusu, Tayip Erdoğan laik Türkiye Cumhuriyetini bir İslam Cumhuriyetine çevirmeyi amaçlıyor. Bunu açıkça da ifade ediyor. Osmanlıya duyulan hayranlığın, Atatürk’e ve devrimlere olan düşmanlığın temelinde de bu yatıyor. Türkiye’de bu mümkün mü? Çok zor ama imkânsız diye bir şey de yok. İran ve Afganistan bunun en canlı örneğidir. Mollaların, tarikatların yönettiği bir ülkede yaşamak ister misiniz? Onun için çağdaş, modern, bilimden yana bir ülke isteyen tüm vatandaşların ve kurumların; mırın kırın etmeden, bir görelim demeden, şimdiki eğitimde de aksaklıklar var diye eleştirmeden, bu değişikliğe yüksek sesten HAYIR demesi gerekiyor. İpin ucu bir kaçtı mı, toparlanmak mümkün olmuyor.

Şu anda; herkesin beğeni ile karşıladığı, siyasette yumuşama veya normalleşme metodu bir takiyeden başka bir şey değildir. Ak Parti kurulduğu zaman da ayni taktiği kullanmıştı. AB’ye girme çabaları, Milliyetçilik gömleğini çıkarttıklarını iddia etmeleri, pek çok kanunun Avrupa normlarına uydurulması, başörtüsü serbestliği ve bazı yatırımlar aydın insanlarımızın hoşuna gitti ve pek çok solcu ve liberaller AKP’ye oy verdiler. (Diğer partilerin de çok kötü olduğunu unutmamak lazım.). Ancak, AKP biraz palazlandıktan sonra asıl amaçlarının “İslam Cumhuriyeti” kurmak olduğunu açıkladı. Kırmızıçizgilerinin en başında neden “Tarikat ve Cemaatlerin” korunması geldiğini sanıyorsunuz? Onun için rehavete girmeden, dikkati elden bırakmamak gerekiyor.

Rahmetli hocam Doğan Kuban’ın dediği gibi Osmanlıdan Cumhuriyete koca bir cehalet miras kaldı. Bunun nedeni de tabii ki eğitimdi. Sıbyan okulları ve medreseler birer eğitim kurumu değil sadece İslamiyet’in öğretildiği kurumlardır. İsterseniz; pedagojik olmayan, bilime ve sanata hiç yer vermeyen, bu kurumlara kısaca bir bakalım. Sıbyan mektepleri okuma-yazma, bazı dini bilgiler ve basit hesap işlemlerinin verildiği ilkokullardır. Medreselerin bir alt kademesini teşkil ederler. Hemen her mahallede bulunduğu için “mahalle Mektepleri” veya taş bina olarak inşa edildiği için “Taş mektep” de denilen bu okullar örgün eğitimin ilk basamağını oluşturur. Selçuklulardan gelen bu kültürde bir okul altyapısı yoktur. Eğitim devletin vermekle yükümlü olduğu bir hizmet değildir. Eğitim yapıları vakıf sistemi ile yapılmış ve varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bu kurumlarda öğrenciler parasız eğitim görmüş, yapım vakfiyesinden belirtilen şekilde yardım almıştır. Ancak yardım mahiyetinde velilerden ücret alınırdı. Bu ücret akça (para) olmak zorunda değildi. Velilerin imkânı nispetinde bazen yiyecek, bazen giyecek, bazen de ev eşyası dahi ücret sayılırdı. Hatta kurban bayramı yakınsa, mektebin muallimine veliler tarafından süslenmiş bir koç hediye edilirdi. Çocuğun tahsil derecesi yükseldikçe, muallime bir hediyeyle teşekkür edilmesi âdettendi. Ayrıca okulun ısınma ve diğer giderlerini de veliler karşılardı. Fakir çocuklar ile öksüz ve yetimler için kurulmuş vakıflar vardı. Kimsesiz ve fakir çocuklara her yıl "kapama" adıyla elbise ve ayakkabı almaları için ödenekler ayrılır, belli zamanlarda harçlık dağıtılır ve günde iki öğün de yemek verilirdi. Hatta zaman zaman muallimler ve talebeleri, Paşa kapısına (Bâbıâlî) davet edilip etli pilav ve zerde hoşafı ziyafetleri çekilir, muallimlere hilatlar (kaftan) giydirilerek hediyeler verilir, talebelere de harçlıklar dağıtılırdı. Sıbyan okullarını bitirme yaşları ise 13-15 civarındadır. Bu okullarda önceleri sadece yazı öğretilirken, sonraları temel İslami bilgiler de verilmeye başlanmıştır. Temel ders genellikle Kuran’ın; anlamı açıklanmadan, yalnızca okunuşunun öğretilmesi idi. On yaşına kadar Kuran’ı hatmeden çocuk, daha sonra kelime bilgisi, hitabet bilgisi, edebiyat, tarih gibi ek konular üzerinde üç yıl daha çalışabilirdi. Bu gün hala Kuran kursları aynı metot ile eğitim vermektedir. Ezberlemek, “metnin anlamını öğrenmekten” daha önce gelmektedir. Bu tarzın; din dersi alan çocuklarda hafıza kuvvetlendirici bir faydası olduğu söylense de, usavurma bakımından negatif bir tesir yaptığı da muhakkaktır. Sıbyan okulları şahıslar veya vakıflar tarafından yapıldığı için hazineye bir yük getirmemekteydi. Bu nedenlerde bilhassa İstanbul’da yüzlerce Sıbyan okullarına rastlanmaktadır. Sıbyan okullarında tek bir hacim ve tek bir hoca olurdu. Bir sınıfta yaklaşık 30 öğrenci bulunurdu. Mektebe başlama yaşı beşti. Çocuk, 4 yıl 4 ay 4 günlük olunca âmin alaylarıyla, Bed'i Besmele merasimleriyle mektebe başlar, Kuran, ilmihâl ve ahlâk öğrenirdi (ebeveyn ve hocanın kararıyla 10yaşında da okula başlanabilirdi). Okulu bitirme yaşları ise 13-15 civarındadır. Okulu başarıyla bitirmiş sayılmak için, Kuran'ı en az bir kez hatmetmek koşuldu. Okula kız-erkek karışık giderlerdi ve eğitim mecburi idi. Hepsi anaokulu statüsünde olduğu için, sıbyan mekteplerine gelen öğrenciler arasında sınıf taksimatı yapılmaz, sadece dersleri aynı seviyede götüren öğrencileri grup grup ayıran muallim, başarılarına göre sınıflar oluştururdu. Sıbyan mektepleri sabah namazından sonra açılır, ikindi namazıyla tatil olurdu. Haftanın 6 günü mektebe giden çocuklara Cuma günü tatil yaparlardı. Şimdiki okullarda olduğu gibi teneffüs yoktu. Zaten buna gerek de yoktu. Zira öğrencilerden bir grup, hocanın karşısında dersini okurken, diğer çocuklar serbest kalırlar, isteyenler kendi aralarında oyun oynarlarken, isteyen dinlenir, dersine iyi çalışmamış olanlar da dersine hazırlanırdı. Muallim, gürültü yapmaları dışında hiçbir şeylerine müdahale etmezdi. Tek bir teneffüs vardı: Öğle yemeği molası. Bu sırada çocuklar, zaten yakın olan evlerine gider, yemeklerini yiyip namazlarını kılar, tekrar mektebe koşarlardı. Çocuğu şerden sakındırmak ve hayra sevk etmek Türk toplumunun eğitim felsefesiydi. Okul öğretmenlerine “Muallim” denirdi. Muallimler genellikle o mahallenin camisinin imamı olur, eşleri de kız öğrencilere öğretmenlik yapabilirdi. Fatih Sultan Mehmet‟in yaptırdığı bir programa göre muallimlerin ayrı bir eğitimden geçmesi ön görülmüş, ancak bu program bir süre sonra kaldırılmış, geleneksel biçimde sıbyan mektebi muallimi sağlama düzeni sürüp gitmiştir. Bu düzene göre sıbyan okulu muallimi olmak için aşağıdaki niteliklere sahip olmak kâfi idi.

Cami imamı veya müezzini olmak - Okuryazar ağır başlı bir kişi olmak - Ölen bir öğretmenin uygun nitelikleri taşıyan oğlu olmak - Hafız ve okumuş kadın olmak

İlginç bir ayrıntı da; sıbyan mektebi muallimlerinin halkın arasına karışmamalarıydı. Kahvehanelerde ya da esnaflarla dükkânların önünde, çay ocaklarında oturup sohbet etmeleri hoş karşılanmazdı. Hocalığın ve ilmin izzetini korumak için avamın arasına karışmamaları gerekiyordu. Bir diğer ilginç ayrıntı ise; sıbyan mektebi muallimlerinin mahkemede şahitliklerinin kabul edilmeyişiydi. Zira çocuklarla uğraşmaktan çocuk fıtratı oluşabilir ya da fazla merhametli, fazla duygusal davranabilirlerdi. Terbiye ve ahlâka çok önem verilen sıbyan mekteplerinde, daha o yaşta iken nerde nasıl davranılacağı bütün teferruatıyla öğretilirdi. Ceza metodu da falakaydı. Fakat bu, çok ağır suçlarda tatbik edilirdi. Umumiyetle tek ayaküstünde durma, dersini defalarca yazma gibi cezalar uygulanırdı. Medreseler Osmanlı döneminde sıbyan mekteplerinden sonra orta öğretim, yüksekokul ve üniversite eğitimine tekabül eden, İslami kimliği sebebiyle sadece Müslümanların devam ettiği bir öğretim kurumudur. Selçuklu medreselerinin gelişerek devam ettiğini söyleyebiliriz. Bu sistemde ana unsur müderristi. Her medrese bir müderrisin sorumluluğunda olup, belirli sayıdaki talebesini, başta ilmi liyakat ve kabiliyeti olmak üzere bütün yönleriyle tanır, okutabildiği seviyeye kadar okutup ondan sonra daha üstün bir âlime (dini) tavsiye ile gönderirdi.

Osmanlının son zamanlarında, Türk aileleri çocuklarını sibyan okullarına ve medreselere değil; daha iyi eğitim almaları için, Hristiyan misyoner okullara göndermeye başladılar. Bu da eğitimde müthiş bir ikilik yarattı. Galatasaray Lisesi bu ihtiyaç nedeniyle açılmıştır (1481 - Galata Sarayı Enderûn-u Hümayûnu adı ile; 1 Eylül 1868 - Mekteb-i Sultânî adı ile).

Kurban Bayramınız Kutlu Olsun.

Daha fazla bilgi almak isteyenler kitabımın dijital kopyasını okuyabilirler.

ercanevren.com

Yayın Tarihi
15.06.2024
Bu makale 211 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!