Geçen haftaki yazımdan geleneklerimizi küçümsemek yahut hiçe saymak anlamı çıkartılmasın. Mimar Sinan’ı, Yunus Emre’yi, Aşık Veysel’i nasıl yok sayabiliriz? Geleneklerimiz çağdaş sanatımızın ilham kaynağı olmalıdır. Bu ülkede doğup büyüyen herkes bu sanatlarla haşir neşir olmuş onu ruhunda hissetmiştir. Ahmet Adnan Saygun’un Yunus Emre oratoryosu, Fazıl Say’ın Aşık Veysel’i, Ulvi Cemal Ergin’in Köçekçesi öyle değil mi? Bu bütün dünyada da böyle. Finli Sibelyus’ün Finlandiya senfonisi, List’ in Macar dansları, Norveç’li Grieg’ in Peer Gynt süiti, Bartok’un pek çok eseri hep geleneklerden esinlenmiş.
Demek ki gelenekler pek sorun değil. Sorun olan geleneklerin kullanılış tarzı. Mimar Sinan, Itri gibi büyük dâhiler yetiştirmemize rağmen, müzik ve mimaride şansımızı çok iyi kullanamamışız. Avrupa’da nota 11. Asırda mekanik saat (zamanı eşit zamanlara bölen) ise 13. Asırda icat edilmiş. Itri ve Bach 17. Asırda yaşamış. Osmanlı’da nota yazılımı ise ancak 17. Asırda başlayabilmiş (Matbuada olduğu gibi 400 yıl gecikerek). Mekanik analog saatin; mucizevi bir şekilde, zamanı eşit parçalara bölmesi ise pek kâle alınmamıştır (alaturka saat sadece namaz vakitlerini mevsimlere göre doğru göstermiştir) . Itri’den sonra gelen Dede efendi ve diğerleri Cumhuriyete kadar hiçbir değişiklik yapmadan aynı şekilde müzik icra etmişler. Mimaride olduğu kadar, müzikte de önemli bir yere sahip olan Fransa, 13. Asırda bünyesinde çalışan müzisyenler ile çoksesli müziğin dönüm noktalarından birine ev sahipliği yapmıştır. İleriki yıllarda bu müzik gelişecek ve evrensel bir konum kazanacaktır. Mimari ise daha da içler acısı bir durumdadır. Sinan’dan sonra; birkaç barok ve rokoko camileri saymazsak, cami mimarisi çok değişmeden Cumhuriyete kadar devam etmiştir. Cumhuriyet döneminde Vedat Dalokay’ın ve Behruz Çinici’nin tasarladığı modern camilere rastlıyoruz. Birsi temelleri atıldıktan hemen sonra sonra yıkıldı, diğeri çürümeye terk edildi ve ne zaman yıkılacağı bekleniyor. İşin en vahim tarafı; kötü bir şekilde taklit edilip, Osmanlı camilerinin yeniden yapılmaya başlanmasıdır (Kocatepe, Çamlıca…. camileri gibi). Cahilliğin ve görgüsüzlüğün simgesi olan bu davranış ülkenin dünyadaki kalitesini de düşürmektedir. Selçuklu, Osmanlı sitilinde okullar, adalet sarayları yapacağız diye hem binaları rezil ettiler hem de bir sürü para harcayarak ortada itibar diye bir şey bırakmadılar.
Bir ülkenin ileriliği sadece zenginliği ile belli olmuyor. “Sanat anlayışı” da en önde gelen kıstaslardan birisidir.
Nas sevdası ekonomiyi nasıl batırdıysa, geleneksellik de mimariyi, tüm sanatları öyle batıracaktır.