GERONTOLOJİK BAKIŞ

Tedavisi olmayan hastalık...

Çocuk sayısı azalmaktadır. Bu, modern toplumlarda görülen olgunun toplumsal yaşlanmaya katkısı vardır. Çünkü doğurganlığın azalması, nüfusta yaşlı oranının artmasına yol açar. Bir de buna yaşam süresinin uzaması eklendiğinde, doğurganlığın azalmasının etkileri daha da güçlü olur.

Türkiye’de henüz doğum sayılarını yukarıyla çekme girişimlerine rastlamasak da, gözlemler gayet açıktır: Doğurganlık azalmaktadır. Yarım asır önce ortalama 6 çocuk dünyaya getiren Türk kadını, bugün ortalama 2 çocuk doğurmaktadır. Gelecek yıllarda doğurganlığın daha da azalması mümkündür, hatta bu yüksek bir olasılıkla gerçekleşecektir.

Modern toplumlardaki sosyoekonomik ve teknolojik gelişme, genel olarak çocukların nispi maliyetlerini artırmış ve böylece ortalama olarak istenen çocuk sayısını azaltmıştır. Bireyin eğitim süresinin uzaması evliliklerin gecikmesine yol açmıştır. Kadınların eğitime katılımı, ilk çocuğu dünyaya getirme yaşını yükseltmiş ve “biyolojik saat” doğurganlığın aleyhine işlemeye devam etmektedir. Tahsilli gençlik, kariyer yapmayı arzu etmekte, mesleğinde randıman ortaya koyarak kendini ispatlamak istemektedir. Bu yüzden geciken evlilikler, geciken ve azalan doğumları da beraberinde getirmektedir.

Ayrıca artan aile geliri de çocuk sahibi olma isteğinin azalmasına neden olmaktadır. Geliri artan ebeveynler çocuklara daha fazla harcama yapmaktadır, ama bu harcamaları, çocuklarının “kalitesine” nispeten güçlü ilgileri nedeniyle daha az sayıda çocuğa dağıtmaktadırlar. Bu olguya da ülkemizde çok sık rastlıyoruz. Aileler çocuk sayısını azaltarak, mevcut gelirlerini daha az çocuğa yönlendirerek, çocuklarını okutmak, “adam etmek”, kendilerinin yaşamadığı hayalleri çocuklarının üzerinden yaşayarak tatmin olmak istemektedir. Bu çok normal olan insani arzu, bugünkü ebeveynleri “az ama kaliteli çocuk olsun” fikrine yönlendirmektedir.

Bu süreci kapitalist toplum durduramaz. Bütün denemeler boşa çıkmıştır. Bazı ülkeler, Covid-19 salgınında bu sürecin kırılacağını ummuştur, ama umutları boşa çıkmıştır. Örneğin Almanya koronavirüs salgını sürecinde bir ara doğurganlıkta meydana gelen hafif bir artışı, biraz fazla abartarak, bu epideminin böyle bir “yararı” olduğunu düşünecek kadar ileri gitmiştir. Ancak gerçekle yüz yüze kalınca, hayaller buharlaşmıştır.

Türkiye’nin de geleceği yaşlı toplumdur. Çocuklar azalacak, yaşlılar çoğalacaktır. Yaşlanma sürecinin henüz başlangıcındayız. Toplumumuz yaşlanma konusunda daha çok şeyler görecek. Bunların hepsi iyi şeyler olmayacaktır. Aileler, yaşlılık yükü altında ezilecektir. Gençler, sağlık harcamalarının yaşlılardan kaynaklandığını düşünecek ve yaşlılara iyi gözle bakmamaya başlayacaktır. Politikacılar, sayıları gençlerden daha fazla olan yaşlılara odaklı yeni politikalar üreterek, onların oylarını kendi hanelerine yazdırmanın mücadelesine girişecektir. Bunlar belki ilk bakışta yaşlıları heyecanlandırabilir ve hatta sevindirebilir. Fakat madalyonun iki yüzü vardır. Yaşlıların, politikacının gözünde artan değeri, yaşlının gençlerin gözünde azalan değeri olacaktır.

Bu problem akıllı ve ileri görüşlü sosyal politikaları gerekli kılmaktadır. Yaşlılık politikalarına ek olarak acilen yaşlanma sürecini daha iyi yapılandıran eğitim, meslek, sağlık, gençlik ve aile politikaları hayata geçirilmelidir. Bu ise aklı iki seçim arasında sıkışıp kalmamış politikacıların mevcut olması şartına bağlıdır. Ama bu sadece bizim değil, aksine bütün ülkelerin kronikleşmiş genel hastalığıdır ve bu hastalığın şimdiye dek bir tedavisi keşfedilememiştir. 

 

Yayın Tarihi
13.10.2021
Bu makale 1011 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!