Geçen yazılarımın birinde problem çözmeden bahsetmiş, bilgi ve yeteneğin ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştım. Bir okurumun başlıktaki soruyu sorması üzerine düşündüm ve bunun yetmediği kanısına vardım. Uygulama da en aşağı problem çözmek kadar önemli.
Uygulama daha çok tecrübe, yetenek ve pratik zekâ isteyen bir alan. Hayata geçirilmeyen çözüm önerilerinin insana maalesef hiçbir faydası olmuyor. Son günlerde yaşadığımız deprem problemi bunu bize gösterdi. Tartışmalardan öğreniyoruz ki Türkiye’nin deprem ile ilgili hemen hemen bütün problemleri çözülmüş. Tüm ülkenin deprem haritaları çizilmiş, zemin etütleri yapılmış, faylar belirlenmiş, nasıl önlem alınabileceği saptanmış vs. Ama gelin görün ki uygulamada hiçbir şey yapılmamış. Bunun gibi onlarca örnek gösterebiliriz. Demek ki sadece problemi çözmek sorunu halletmiyor.
İş yapmayı beceremeyenlere “Bal yapmaz arı” deriz. İş yapmak, iş bitirmek ayrı bir yetenek ister. Onun için ticarete ve kadrolaşmaya önem veriyoruz. Bakıyorsunuz hiç tahsili olmayan bir insan ticarette veya sanayide çok başarılı olabiliyor. Koç ve Sapancı aileleri bunun en güzel örnekleridir. Buna karşın konuyu çok iyi bilen öğretim üyeleri veya bilim insanları uygulamada pek başarılı olamıyorlar ve kısa zamanda iflas bayrağını çekiyorlar. Millet olarak da Yahudiler bu konu da çok başarılı diyebiliriz. Belki, toplumda onlara yapılan baskı bunu sağlamış olabilir. Zaten yetenek dediğimiz şey bir Allah vergisi değil mi?
Son günlerde ülkemizde gelişen güzel birkaç olaydan da bahsetmek istiyorum. Ankara da büyük bir kütüphane açıldı ve sanat ödülleri dağıtıldı.
- Okuma ve araştırma alışkanlığı olmayan, gazete dahi okumayan ve soru sormayan bir toplumda bu kadar büyük bir kütüphane ne işe yarayacak? Öncelikle çocuklarımızın okumayı sevmesi, hızlı okumayı öğrenmeleri gerektiğine inanıyorum. Bir şeyi merak etmek ve sorgulamak ise eğitimde ve ailede temelli değişikler yapılmasını gerektiriyor.
- Ben Türkiye’de sanatın olmadığına inanıyorum. Çok iyi sanatçılarımız olabilir ama onların kıymetini bilen bir toplum yoksa o ülkede sanat söz konusu olamaz. Sayın Cumhur Başkanımızın sanat diye saydığı bütün dallar sanat değil zanaattır. Tabii ikisi de önemlidir. Aralarındaki fark: sanatın yaratıcılık istemesi zanaatın ise daha çok beceri gerektirmesidir.
Yine televizyon sayesinde İstanbul’daki; 1960 yılında yarışma ile seçilmiş güzel ve modern bir mimarisi olan, Manifaturacılar Çarşısının hal-i pürmelalini gördük (mimarları: Doğan Tekeli, Sami Sisa, Metin Hepgüler). Binadaki Bedri Rahmi, Kuzgun Acar, Nuri İyem gibi sanatçıların eserlerinin ne hale geldiğini içimiz sızlayarak seyrettik. Orada yaşayan insanların eserlerin varlığından haberi bile yok.
Şuna inandım ki, Türkiye’de ne kadar güzel şeyler yaparsanız yapın kısa zamanda orayı bir harabeye ve köy kahvesine benzetmeyi çok iyi beceriyoruz.