Geçen haftaki yazımda İslam ve Avrupa Rönesans’ı diye iki Rönesans’tan bahsetmiştik. Antik Yunan Filozofları ve bilim adamları muhakkak ki bu yenilenme hareketlerinde çok etkili olmuşlardır. Ancak, Uzakdoğu (Hint ve Çin) düşüncelerinin ve buluşlarının da bu düşünce tarzlarına yön verdiği yadsınamaz. Avrupa Rönesans düşünürlerinin, Yunan’ı İslam filozoflarının tercümelerinden öğrendiğini de unutmamak gerekir.
Rönesans’ın nedenleri:
- İstanbul’un fethedilmesinden sonra bilim adamlarının İtalya’ya göçmesi.
- Arapçaya çevrilmiş Antik Yunan eserlerinin Latinceye tercüme edilmesi.
- Kuzey Avrupa’dan gelen Novgorod kabilelerinin medeni Avrupa ülkeleri üzerindeki yıkıcı etkisi.
- Coğrafi keşifler sonucunda zenginleşen ve güzel sanatlar gibi alanlara destek veren, koruyan bir sınıfın oluşması.
Rönesans’ın dayandığı temeller:
- Yeryüzü ilgi çekici ve araştırmaya değer bir yerdir
- İnsan güçlüdür ve gücüyle büyük başarılar elde edebilir.
- İnsanın devamlı faal olması şerefli bir şeydir.
- Gerçek güzeldir. Bu anlayışlara bağlı olarak da yaşadığımız dünya o kadar ilgi çekici bir yerdir ki, “Başka dünyaları düşünmenin hiçbir anlamı yoktur” anlayışının hâkim olması.
Rönesans’ın sonuçları:
- Avrupanın kilisenin baskısından ve dinden kurtulup modernleşme çağına geçmesinde büyük rol oynamıştır.
- Skolastik (kilisenin dar görüşü) yıkılmıştır.
- Yerine pozitif (Bilimsel) düşünce hâkim olmuştur.
- Bilim ve teknikteki gelişmeler hızlanmıştır.
- Reform hareketleri başlamıştır.
- Avrupa’da sanattan zevk alan aydın sınıf ve halk oluşmuştur.
- Din adamlarının ve kilisenin halk üzerindeki otoritesi sarsılmıştır.
- Avrupa’nın her yönden gelişmesine ve güçlenmesine öncülük etmiştir.
- Ortaçağı belirleyen iki unsur: “İnanç ve Onur”* zamanla ortadan kalkmıştır.
Osmanlıda Rönesans yaşana bilir miydi?
Sosyal olaylar da tabiat olayları gibi bir ortam/ iklim meselesidir. Şartlar gelişmeden oluşmuyor. Diğer önemli bir husus da münferit olaylar değil geniş toplum kitlelerinin bu şartlara uyması. Weber’in dediği gibi “Uslaşma öncelikle akla uygun karar verenlerin artması ile olur”. Osmanlı da Rönesans’ı doğuracak bir ortam gelişmediğini görüyoruz. Bu sadece Osmanlı dünyasında değil; Marx’ ın sözünü ettiği, “Asya tarzı üretim yapan” tüm ülkelerde bu böyle.
Bu engellere kısaca bakacak olursak:
- Ekonomik sistem nedeniyle halkın zenginleşmek şansı yoktu.(Provizyonist sistem)
- Halk ile bilim ve sanat adamları arasında dil nedeniyle bir iletişim yoktu. Matbuanın çok geç kullanılmaya başlaması eserlerin yaygınlaşmasını engellemiştir.
- Geleneklere bağlı sosyal sistem ise her türlü yeniliğe karşı geliyordu.
- Toplum, yönetenler ve yönetilenler olarak ikiye ayrılmıştı. Bu nedenle bir burjuva sınıfı gelişmedi. Dolayısıyla ticaret de ilerlemedi.
- Seküler anlayışın topluma yerleştiği pek söylenemez. İnanç her zaman önde gelen bir unsur olmuştur.
Kadın ve Töre cinayetleri başta olmak üzere pek çok kötülüğün temelinde “Onur” yatmaktadır.
Skolastik din anlayışı ise her zaman devletin başını ağrıtmıştır. Osmanlı devletinin son dönemlerinde ortaya çıkan değişim ve yenileşme hareketlerinin önü genellikle ihtilal hareketleri ile kesilmiştir. Bunların temelinde sosyal, ekonomik sebepler kadar din de vardır. Cumhuriyet döneminde ise Kubilay ve Şeyh Sait isyanları hep ”Din elden gidiyor” gerekçeleri ile yapılmıştır. Askeri ihtilaller ise “Şeriat getirilmek istenmesi” arzusuna karşı düzenlenmiştir. Son zamanda, İhtilalcilerin Devleti bu şekilde ele geçirmenin zor olduğunu anlamaları üzerine, yönetimi içeriden ele geçirme metodunu uygulamışlardır. Fetullahcıların yapmak istediği de; Cumhuriyete karşı, şeriatçı bir devrimdi. AKP ise 20 yıl iktidarda kalmayı başararak yönetimi ele geçirmiş ve adım adım hedefine doğru gitmektedir. Kulağa hoş gelen bu iki masum kelime bazen çok tehlikeli olabiliyor.
Not*: La foi et l’honeur ( Lanson – Fransız Edebiyat Tarihi)