DUAYEN

Refah, Sanat ve Bilim

Geçen haftaki yazımda refahın, sanatın ve bilimin gelişmesi için zenginlik gerektiğini söylemiştim. Bu hafta da zenginlikten başka; bu üç ilkeyi geliştirecek, daha neler var onu irdeleyeceğiz. İsterseniz öncelikle bu üç ilke gerçekten önemli mi? Ona bir bakalım sonra da irdelememizi yaparız. Son olarak da Türk halkının bu üç ilke ile ilişkisini sorgulamak istiyorum.

Refahın ve bilimin bir toplum için ne kadar önemli olduğunu sanırım kabul etmeyen yoktur. Zaten, Devletin görevi halkını refah içinde yaşatmak olmalıdır. Refah bireyin; gelecekten endişe duymadan, korkudan uzak, asgari ihtiyaçlarının giderildiği, hoşlandığı şeyleri başkalarına zarar vermeden özgürce yapabileceği, insanca yaşama hakkına sahip olduğu bir hayat tarzıdır. Bunlara kimsenin karşı olacağını düşünmüyorum. Bilim ise insanların; kendi aklıyla keşfettiği, refahını sağlayan araçların ve teorilerin üretilmesidir. Buna da kimsenin itiraz edeceğini sanmam. Asıl sorun sanatta. Sanat gerçekten bu iki ilke kadar önemli mi? Geçen Pazar günü Sözcü gazetesinde Yılmaz Özdil’in nefis bir yazısı çıktı. Özdil AKP hükümetinin pandomi nedeniyle mağdur olan vatandaşlara yapılan maddi yardımlardan yola çıkarak şöyle diyor: “ Para fanidir, bilim bazen çaresizdir. Ömrümüzün bakiyesinden bize sadece estetik duygular kalır. Sanattan, sanatsal faaliyetlerden aldığımız haz kalır” “İyileşme denilen kavram. Sadece fiziksel değildir.” “Sanat tedavisine ihtiyacı var Türkiye’nin.” “Ekonominin yakıtı para değil, toplumsal moraldir.”…… Atatürk boşuna “Sanatı olmayan bir milletin hayat damarlarından birisi eksiktir” dememiş. Uygarlaşmış milletlerin hepsinin yaşamında duygu ve düşünce yücelticisi olarak sanat var (Doğan Kuban). İnsan yapısının vücut, akıl ve ruh olarak üç bölümden oluştuğunu biliyoruz. Bedensel gelişme nasıl besinler ile oluyorsa ruhsal gelişme de sanat ile oluyor.

Şimdi sanatın gelişmesi için neler gerekli ona bakalım. Ben dört ana unsur belirledim: Yetenek, özgürlük, kadirşinaslık, kaliteli eğitim.

  • Yetenek Allah vergisi bir şey. Tabii, herkes sanatçı olamaz ama herkes sanatı anlayabilir ve sanattan zevk alabilir. Türk toplumunun yeteneksiz olduğuna inanmıyorum. Bunu, Antalya Filarmoni Derneğinin ilkokullarda; çok sesli koro kurmak için,  yaptığı kulak taramasında öğrendim. Tarama sonucunda öğrencilerin %50 sinden fazlası yetenekli %10 da üstün yetenekli çıktı. Demek ki yetenek var fakat ortaya çıkamıyor ve işlenmiyor.
  • Özgürlük su ve topraktır. Nasıl su ve toprak olmadan bitki yetişmezse, özgürlük olmadan da sanat ve bilim gelişmez.
  • Marifet iltifata tabidir. Bu eski söz her şeyi ifade ediyor. Maalesef bizim toplum, teşekkür etmesini ve övgüyü (yalakalık değil) bilmiyor.
  • Sanatı anlamak ve sevmek bir genetik meselesi değil; ömür boyu sürecek, bir eğitim ve öğretim sorunudur. Bizim okullarımızda maalesef sanat dersleri ihmal ediliyor. Yukarda bahsettiğim taramada gördük ki çocuklar; müfredatta olmasına rağmen, müzik eğitimi almıyor. Bu da yöneticilerin ve velilerin sanata verdikleri önemi gösteriyor. Çoğu mimari öğrencilerde dahi sanat bilgisinin olmadığını gördüm. Önerim, İlköğretimden Üniversite sonuna kadar tüm eğitim kurumlarına “Sanat bilgisi” dersleri konmasıdır. “TRT2” gibi kanalların; yaş ve eğitim seviyesine göre, çoğaltılmasının da faydalı olacağı kanısındayım.

Pedagoglar eğitimin amacının “Moral davranışlar” olduğunu belirtiyorlar. Moral eğitim için de estetik eğitimin kaçınılmaz olduğunu söylüyorlar. Maalesef, bu gün hala eğitimimizde önemli olan: çocuğun kafasını soyut bilgilerle doldurmaktır. Son olarak Herbert Read’in bazı önerilerini sizlere aktarmak istiyorum. “Çocuk ve sanatçı çok yakın akrabadır”. “İyi bir eğitim çocuğun içindeki sanatçıyı keşfetmelidir”. “Güzel şeylerle ilişkiden başka bireysel yaratıcı etkinliklerden yararlanmalı ve eğitimin tinsel değeri üzerinde ısrarla durulmalıdır”. “Çocuk mantığının sağlamlaştırdığı, daha zarif hale getirdiği ve kendi moral iyileşmesine temel teşkil eden güzellik duygusunun gelişmesi için zamanı kullanınız”. “Yalın gerçeği sanat temsil eder. İlim ise onu izah eder. Bundan sanatsal eğitimin ilmi ve entelektüel yönlendirmeden daha önemli olduğu sonucuna varıyoruz”.(Alfred Roth)

Türk halkının sanatla ilişkisine gelince:

  • Türkiye’de kişi başına düşen gelire, açlık sınırında yaşayanlara, işsizlerin çokluğuna, hukuksuz uygulamalara, memleketten kaçan gençlere bakınca pek refah ülkesi olduğumuzu söyleyemeyiz.
  • Türkiye’deki patent ve bilimsel makale sayısı maalesef dünya sıralamasına girecek nicelikte değil. Bu da bilimsel niteliğimizin yeterli olmadığını ve Türkiye’de bilim üretilmediğini gösteriyor.
  • Sanatta, oyuna zaten 3-0 mağlup başlamışız. Resim ve heykel yapmak günah sayılmış. Müzik ise ahlaksızlık içerdiği ve şehvet uyandırdığı için şeytan işi ve Hristiyan ürünü olarak görülmüş. Hâlbuki, tamamen soyut bir sanat olan müzikte söz değil ses kompozisyonu var. O da en fazla neşeli ya da hüzünlü olur.  Hiçbir dini mesnetleri olmamasına rağmen (Kuranı Kerim’de bu konularda bir ayet yok) Müslüman dindarlar bunlarla uğraşıyor. Savları ise şöyle: Bir şeyi resmediyorsan ona can da vermelisin, o da sadece Allah’a mahsustur. Dini anlayışta, insanların dünyada bulunmaları öbür dünya için bir imtihandır. Asıl hayat ahrettir. Onun için dünyada sadece ahrete hazırlanmamız, başka dünyevi şeylerle uğraşmamamız gerekir. 16. Asırda Rönesans’la; Hristiyanlıkta da olan, bu düşünce değişti ve dünyadaki hayatın da güzelliği ve kıymeti anlaşıldı. Din hocalarının bu tartışmalarını şaşkınlıkla izliyorum. Geriye,  elimizde kaldı edebiyat ve mimari. Halk ozanları dışında edebiyatçılarımız genellikle Farsça yazmışlar (Divan Edebiyatı). Nihat Sami Banarlı’nın dediği gibi bunlar Türk edebiyatından çok Fars edebiyatına hizmet etmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğunda köy evlerinden saraylara kadar bütün yapıları; mimar Sinan’ da bir Ermeni devşirmesi olduğunu düşünürsek, Ermeni mimarlar ve ustalar tarafından yapmıştır. Yetenekli oldukları için de çok güzel eserler meydana getirmişlerdir. Ancak İmparatorluğun son döneminde iki Türk mimar görüyoruz: Mimar Kemalettin ve Vedat Beyler. Onun için Osmanlı yaratıcı olamamış, zanaattan ve tek sesli müzikten ileri gidememiştir. Bu nedenle dünya sanat tarihinde Türklerin adı pek geçmez.

Bence, ülkede sanat ikliminin yaratılmamasında iki büyük engel gözüküyor:

  1. Bağnaz din anlayışı ve din adamları.
  2. Mehmet Genç, Osmanlı imparatorluğunda Devlet ve Ekonomi adlı kitabında, İmparatorlukta üç ana ilke tespit ediyor. Bunlardan biri de “Gelenekçiliktir”. Bu “Kadimden gelene aykırı iş yapma” anlamına gelmektedir. Kadim ise onun öncesini kimsenin hatırlamadığı şeydir. İşte günümüze kadar gelen bu Gelenekçiliğin, ilerlemeye büyük bir engel teşkil ettiğini sanıyorum.

Cumhuriyet döneminde yapılan hamleler maalesef zaman zaman kesintilere uğramış, AKP iktidarında ise Osmanlı hayranlığı ile iyice geriye gitmiştir. En önemli tahribatı da mimari almıştır. Her şeye rağmen Osmanlıda binaların bir üslubu ve karakteri vardı. Bu gün yapılan binalar ise kötü bir taklitten ve çirkinlik abidesinden (kitsch) başka bir şey değil.

Buna da öğünerek milliyetçilik diyoruz!

Yayın Tarihi
15.06.2020
Bu makale 1211 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!