İstanbul seçimlerinden sonra eğitim yine gündeme oturdu. Sayın Bakan Lise ve ortaokullarda önemli değişiklikler öngörüyor. Erdoğan Kahya da görev bekleyen öğretmenler hakkında güzel bir yazı yazdı. Lisan öğretimi için komisyonlar çalışma yapıyor. Madem konu eğitim biz de yazmaya devam edelim.
Hikâye malum, Herkes çömlek yaparmış da kimse Hasan usta gibi güzel yapamazmış. Sebebini kendisine sormuşlar, “Püf noktası” diye cevap vermiş. Meğer hasan usta çömlekleri fırına sokmadan “püf” diye üflermiş. Çömleklerin güzel olmasının sebebi de buymuş. Hikâye şunu anlatmak istiyor: Bir işe ne kadar özen gösterirseniz gösterin eğer “Püf” noktasını bilmiyorsanız çok başarılı olamıyorsunuz. Eğitimle bu kadar uğraşıyoruz, emek veriyoruz, her yeni gelen bakan değişik bir sistem deniyor… Ama bir türlü başarı elde edemiyoruz. Acaba püf noktasını mı yakalayamıyoruz?
Ben ilkokuldan sonra sekiz yıl Galatasaray Lisesinde okudum. Galatasaray gibi yabancı dil ile eğitim yapan okullar daha hala en yüksek puanla öğrenci alıyor. Bir ara 1960 sonrası Anadolu’nun pek çok şehirlerinde 800 kişilik; İngilizce eğitim yapılan, yatılı kolejler kuruldu. İleriki yıllarda bütün Anadolu liseleri bunlara benzetilmek istendi ve yabancı dille eğitim yapılmaya başlandı. Ama pek başarılı olunamadı. Öncelikle öğretmen bulmak çok zordu. Yabancı dille eğitim yapan Galatasaray, Robert Kolej gibi okulların başarılı olmasının sebebi acaba ne diye araştırdım. Siz okurlarımla bu düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Galatasaray pek çok ünlü yetiştirmiştir. Mesleklere ayıracak olursak şöyle sıralayabiliriz:
- Tiyatro alanında (Necdet Mahvi Ayral, Reşit Baran, Orhan Boran, Erol Günaydın, Ferhan Şensoy, Şevket Altuğ, Rasim Öztekin, Haldun Dormen…)
- Gazetecilik alanında (Nadir Nadi, Fatih Altaylı, Sedat Simavi, Abdi İpekçi……. )
- Müzik alanında (Cemal Reşit Rey, Ulvi Cemal Erkin, Fikret Kızılok, Ulvi Erkin, Barış Manço, Candan Erçetin…..)
- Resim alanında (Abidin Dino, Fikret Mualla, Cihat Burak……)
- Siyaset ve politika alanında ( Fatin Rüştü Zorlu, Coşkun Kırca, Nihat Erim, Mükerrem Taşçıoğlu, Fikri Sağlar, Turan Güneş, Şükrü Kaya, Kasım Gülek, Cihad Baban, Turan Feyzioğlu, Hamdullah Suphi………)
- Edebiyat alanında (Orhan Veli, Cahit Sıtkı, Tevfik Fikret, Reşat Nuri, Tahsin Yücel, Nazım Hikmet, Haldun Taner, Çetin Altan…)
- Spor alanında (Turgay Şeren, Gündüz Kılıç, Coşkun Özarı, Ömer Besim, Vildan Aşir Savaşır, Semih Türkdoğan, Mehmet Ali Aybar, Cezmi Or…..)
Bu isimler aklıma geliverenler…..
Bu insanların yetişmesinde Fransızca eğitimin faydası olmuş mudur? Hiç sanmıyorum. Fransızca okutulan dersler Fizik, kimya, Biyoloji, matematik ve felsefe dersleridir. Bir de tabii Fransız edebiyatı dersi vardır. Ama biz bu fen derslerini doğru dürüst anlamaz genellikle ezberlerdik. Bu da büyük bir işkence idi. Lisede, belki Üniversitede bulunmayan tam teçhizatlı laboratuvar ve amfiler vardı. Buralarda uygulamalı dersler anlatılır deneyler yapılırdı. Ama Galatasaray’dan bir tane pozitif ilim adamı yetiştiğini hatırlamıyorum. Felsefe zaten düşünmeye yönelik bir ders olduğundan tam anlamadan ezberle yapılan derslerin bir fayda sağlayacağını sanmıyorum. Geriye Fransız edebiyatı dersi kalıyor. Tabii ki Avrupa kültürünü tanımakta faydalı oldu. Ama Avrupa kültürü sadece Fransızlar demek değil ki. Alman’ ı var, İngiliz’i var, İspanyol’ u var, İtalyan’ ı var………Ve inanın bu dersleri yabancı kitaplardan veya notlardan çalışmak tam bir Çin işkencesiydi. Çoğu zaman kopya çekmek veya para karşılığı ödevlerimizi başkalarına yaptırmak zorunda kalırdık. Yabancı öğretmen konusunda da çok zorluk çekilirdi. Hem lisan bilen hem konusuna hakim öğretmen bulmak çok kolay olmasa gerek. Bu nedenle Fransızcası çok iyi olmayan Rum, Yahudi, Ermeni hocalarımız vardı. Hatta Mr. Stern adında Alman asıllı bir biyoloji hocamız bulunuyordu. Bütün bu eziyetler Biraz Fransızca öğrenebilmek içindi. Galatasaray Lisesinde çok iyi Fransızca öğrenildiği de söylenemez. Okulun yatılı olması aidiyet hissinin yüksekliği bu özeleştirileri yapmayı engelliyor.
Pekiyi, Bu ünlüler nasıl yetişti? Öncelikle yabancı dille eğitim yapan okulların seçkin bir öğrencisi olduğunu kabul etmek gerekir. İkinci olarak, Hoca kalitelerinin çok iyi olmasıdır. Nihat Sami Banarlı, Orhan Şaik Gökyay, Esat Mahmut Karakurt gibi edebiyat hocalarında okuduk. Hepsi birer şahsiyetti. Mehmet Ali Gültekin adında çok iyi bir jimnastik hocamız vardı. Ünlü müzik ve resim hocalarımız oldu. Okul temsilleri için Şehir Tiyatrosundan Necdet Mahfi Ayral, Reşit Baran gibi oyuncular rejisör olarak okula gelirdi.
- En önemlisi de, içinde kuyruklu piyanosu olan, her yıl konser verdiğimiz ve tiyatro yaptığımız bir konferans salonumuz vardı.
- Kitap kokuları hala burnumda tüten muhteşem bir kütüphanemiz vardı.
- Aletli jimnastikten eskrime kadar her türlü spor aletlerinin bulunduğu bir kapalı spor salonumuz vardı.
- Adı büyük kendi küçük (Grand cour) bir futbol sahamız vardı. Bizim zamanımızda Galatasaray futbol takımını daha çok öğrenciler oluştururdu. Şimdi bir Türk bile yok.
- Zemin katta iç avluya bakan bir de resim atölyemiz vardı. Model olarak roma heykelleri, vazolar, kumaşlar bulunurdu. Bizler kara kalem, füzen ile resim yapmaya başlar sonra yağlı boyaya geçerdik. Yılsonunda da sergiler açılır, iyi resimlere ödüller verilirdi.
Kıssadan hisse çıkartırsak iki şey önem kazanıyor:
- Okulun fiziksel alt yapısının eksiksiz olmaması gerekiyor. Bu eğitimi iyi olan tüm ülkelerde de böyle.
- Eğitim kadrosunun, yani öğretmenlerin iyi ve şahsiyetli olması da çok önemli.
Ondan sonra sorun çocukların yeteneklerine göre yetiştirilmesine kalıyor.
Yabancı dille eğitim bence zaman ve enerji kaybıdır.
Yabancı dil öğretmek için başka metotlar denemek gerekiyor. (Bu konuda; bir yazımda, “Lisan Köyleri” önermiştim)