Benim de bir ömrüm işte böyle geçti. Hayatımda ilgilendiğim pek çok konu oldu ancak bunların dördü için çok emek verdim, masraf ettim nefes tükettim. Sonuç sıfıra sıfır. Weber’ in güzel bir sözü var, şöyle diyor: “Bir toplumda çoğunluk rasyonel düşünmüyorsa o topluma rasyonel bir toplum diyemeyiz.” Bizim gibi büyük ülkelerde Yöneticilerin etkisi çok önemli. Şahsi çabalarınızla topluma bir konuyu anlatmanız çok zor oluyor. Yöneticilerse bir konuyu iyi anlarlarsa öyle uyguluyorlar ve toplumu daha kolay ikna edebiliyorlar. Bizim yöneticilere laf anlatmak ise “Deveye hendek atlatmaktan” daha zor. Size bu çok önemsediğim dört konuyu anlatacağım. Herhalde bana hak verirsiniz.
- Birinci konu beslenme. İleri ülkelere bakınca insanlarının çok iyi beslendiğini görüyorsunuz. Bizim insanımız baş yiyeceği ise “Ekmek”. Üstelik bu ekmek; katkılarla dolu, kötü bir ekmek. Varoşlarda çocukların sabah kahvaltısını çay ve ekmekle yaptıklarına şahit oldum. Ana vatanı Türkiye olan fındığın faydalarını anlatmaya gerek yok. Pekmez ise sade bize mahsus (Diğer ülkeler üzümü; daha kazançlı olduğu için, şarap yapmakta kullanıyorlar) müthiş bir besin. Bunun ikisini birleştirince olağan üstü bir besin elde edeceğimizi düşünerek “ Pekmen” barlarını yaptım. Düşündüğüm gibi de oldu. Büyük zorluklarla izin aldıktan sonra, bir yıl boyunca varoşlardaki on civarında ilkokula; çocukların yemesi için, kendi elimle Pekmen dağıttım. Bu arada yardımları için Mehmet Hacıarifoğlun’a, İbrahim Şencan’a ve Ergün’e Teşekkürü bir borç bilirim. Sonuç mükemmel idi. Öğretmenler, sabahları uyuşuk uyuşuk duran çocukların canlandığını hatta yaramazlaştığını ifade ettiler. Sonuçta, Milli Eğitimden bir teşekkür mektubu dahi alamadım. Birkaç marka yasaklandı fakat kötü beslenme halen devam ediyor.
- İkinci konu estetik. Pedagoglar, Bilim İnsanları estetiğin bir eğitim aracı olduğunu iddia ediyorlar. Alfred Rod kitabında şöyle diyor: “Eğitimin en önemli amacı insanların moral davranışlarıdır. Moral eğitimi için estetik eğitim kaçınılmazdır. Estetik eğitim, güzel şeylerle temas ederek, sanatsal eğitilmeyi ifade eder.” Bizde ise tip projelerle yapılan okul binalarına şehirlerin en çirkin yapıları diyebiliriz. İleri ülkelerde ise okullar mimari bir şaheserdir. Bunu Milli Eğitime bir türlü anlatamadık. Çirkinliği onlar da fark etti ve maalesef pahalı süslemelerle işi düzeltebileceklerini sandılar. Durum daha da vahim oldu. Okullarda ikinci bir sorun “Akustik”. Çınlama yüzünden sınıflarda dersleri anlamak mümkün değil. Koridorlar ise teneffüslerde bir tımarhaneden farksız. Bu husus hem öğrenciler hem öğretmenlerde vahim hastalıklara sebep oluyor. Bu sorunu yeni ve eski okul binalarında “Akustik plakalarla” çözümlemeğe çalıştım (ANSİAD yardımı ile). Sonuç çok başarılı oldu. Konu ile ilgili; Uzman kişilerden, bir de rapor aldık. Bir öğretmenin şu ifadesi benim için çok önemlidir: “Ercan Bey, bu plakalar yapılmadan her akşam eve baş ağrısı ile gidiyordum, şimdi bu ağrıdan kurtuldum.” Yeni okulların bazılarında bu sistem uygulanıyor ama binlerce eski yapılar için “tık” yok.
- Üçüncü konu müzik. Kadim Yunan eğitiminin yedi ögesi var. Bunlar: Gramer, Retorik (Dili kullanma sanatı), Diyalektik (Tartışma ve ikna sanatı) ve Aritmetik, Geometri, Astronomi, Müzik. Bu Yedi öge Klasik Yunan’da olduğu gibi Roma ve Avrupa eğitiminde de esas olmuş. Karanlık Orta çağda, manastırlarda da aynı eğitimi görüyoruz. Bizde maalesef müzik ders olarak okullara girmemiş. Cumhuriyet buna önem vermiş ama günümüzde yine gevşeme var. Müzik dersinin adı var kendi yok. Öncelikle müziğin anaokullarında ve ilkokullarda öğretilmesi gereklidir. Bu beyin anatomisi gereğidir. Anaokullarına; çok sesli müziği tanıtan, flaş diskler hazırlayıp dağıttım. Yine ilkokullarda iki öğretmenle Delcroze sistemi ile drama ve ritim dersleri verdirdim. Bunlar çok başarılı ve faydalı olmasına rağmen; Milli Eğitim sahip çıkmadığı için, ancak birer yıl sürdü ve arkası gelmedi. Geçen yıl Ahmet Bileydi ilkokulunda; Filarmoni Derneği olarak, bir yetenek taraması yaptık (Prof. Abdullah Uz ve Mustafa Tügen ile). Sonuç şaşırtıcı idi: 800 öğrencinin 400 ‘ü yetenekli, 15 tanesi de üstün yetenekli çıktı. Hemen bir koro kurduk ve Perge salonunda muhteşem bir konserle yılı noktaladık (Piyano, öğretmen maaşı, salon kirası gibi giderlerin ANSİAD tarafından karşılandığını da söylemem gerek). Bu yıl bu uygulamayı on okulda yapmak istiyoruz ve tabii bütün Türkiye’ye yayılmasını arzu ediyoruz. Bu ancak konuya Milli Eğitimin sahip çıkması ile olabilir.
- Dördüncü konu ise boş duvarlara resim asılması. Belediye Meclis üyeleri ile Bari’ ye yaptığımız gezi sonunda “Boş duvarlar” diye bir yazı yazmıştım. Bari de tüm kamu yapılarının birer sanat galerisi gibi olduğunu gördüm. Bu Avrupa’nın diğer ülkelerinde de böyle. Bunun faydası; yukarıda söylediğim gibi, insanları güzel ile temas ettirerek estetik duygularını artırmak. Antalya’da çok güzel binalar var (Belediyeler, ATSO, ASAT, Plazalar, Siteler vs). Hepsine milyarlar harcanmış ama birkaç bin lira harcayarak duvarlarına resim asmıyorlar. Ben bunu başaramadım. Ancak ATSO’ ya bir resmimi hediye ederek astırabildim. Konutlar da öyle değil mi? Milyon dolarlık evlerde duvarlar bomboş.
Ben bunu; maalesef, büyük bir eksiklik olarak görüyorum.
Boşa giden bu “lak lak” lar belki hoş bir seda olarak kalır.