Ufacık bir dikiş iğnesinden koca bir jeneratöre kadar her türlü imalatın bir kullanma kılavuzu vardır. Üreticiler “Bu kullanma kılavuzlarını okunmadan”, mallarının kullanılmasını asla istemezler. Çünkü her hangi bir imalatın daha verimli kullanılması, kazalara sebebiyet vermemesi ve ömrünün daha uzun olması için bu şarttır. İnsan Beyni için de böyle bir kılavuz ne kadar iyi olurdu değil mi? Bunun için beynin yapısını ve işleyişini çok iyi bilmek gerekiyor.
Geçen haftaki “Değişen Dünya” başlıklı yazım oldukça ilgi gördü. Bu nedenle bu hafta da aynı konuyu işlemeye devam etmek istedim. İki yıl önce “Beynin Çalışması” başlıklı yazımda “İnsanın düşünme yetisine” değinmişim. Bu konuda, biyolog Prof. Dr. Ali Demirsoy’un kitabından öğrendiğim şeyleri bu yazımda da tekrarlamak istiyorum.
- Beyin bilgileri; girişlerinde çarpma kapıları olan, binlerce koridorlardan oluşan Traklarda saklıyor.
- Nöron dediğimiz sinir hücreleri de bu bilgileri vücudumuza aktarmaya yaramaktadır. İnsan vücudunda 100 milyondan fazla nöron olduğu söyleniyor.
- İki türlü trak var:
- Kalıtsal bilgileri depolayanlar. Kalıtsal davranış yani içgüdü kanalları sürekli kullanıldığı için kapıları hep açık ve işlek duruyor.
- Kullanıma bağlı bilgileri depolayanlar. Yaşam sürecince öğrendiğimiz bilgiler için kullandığımız koridorların kapıları ise sadece kullandığımız zaman açılıyor. Eğer bu kanallar; özellikle gelişmenin belirli evrelerinde, bir süre kullanılmaz ise, çok defa dönüşü mümkün olmayan tıkanıklar meydana gelebiliyor.
- Diğer bir kural da beynin fazla çalışmamak için kendisini korumasıdır. Yani beynimiz biraz tembel.
İnsanlarda eğitimin en etkin olduğu evrenin ilk 9-10 yıl olduğunu biliyoruz. İkinci süreç ise bundan sonra gelen ilk 10 yıl. Bundan sonraki 40 yılda öğrenim zorlaşıyor. 60 yaşından sonra da “Trakların” kapıları kapanmaya başladığı için gerileme başlıyor. Bu da gösteriyor ki ana okullar ve ilkokullar eğitim için çok önemlidir. Bu durum biraz azalsa da ortaokul ve liselerde de devam ediyor.
Sayın Demirsoy bu bilgileri verdikten sonra şu örneği de eklemiş: Beş yaşında Kuran kursuna giden, sorgulamadan ezberleyen, belirli ritüellerle endorfin (Mutluluk hormonu olarak da anılır. Heyecan, ağrı, egzersiz, baharatlı yiyecek tüketimi, seks ve orgazm gibi durumlarda salınımı artış gösterir) salgısı artırılan, daha sonra en çok merak duygusunun doyurulması gereken çağda din eğitimi verilen, simgesel dogmalarla doldurulmuş bir gençlik yetiştirilirse ne olur? Gençler ilk önce yorumlama yeteneğinin büyük bir kısmını yitirir. Beyni en çok zorlayan ve kapıların açık kalmasını sağlayan kuşku ve yorumlama ortadan kaldırılmış olur. (Bir not olarak şunları eklemek istiyorum: Bizdeki din eğitiminin, Arap ülkelerine göre farklılığı, Kuran’ın anlamadan öğretilmesi ve ezberletilmesidir. Unutmamak lazım ki Osmanlı’da ilkokul olan sübyan okullarında anlamadan sadece Kuran öğretilirdi. Eğitimin amacı; biraz şüphe götürse de, ahlaklı bir nesil yetiştirmekti. Bu günkü Kuran kursları da aynı şekilde çalışmaktadır. Okuduklarımızdan sonra bunun bir zenginlik değil ülke için bir facia olduğunu anlıyoruz.)
Kişilere, ezberlediği dogmaları kestirme yoldan anlamak ve yorumlamadan açıklamak daha kolay gelir. Bilimsel düşünce ve bunun sonucu olarak sorunları çözme belirli bir emek harcamayı, özveride bulunmayı, belki de yerine göre ıstırap çekmeyi göze almak gerektirebilir.
Beyinde bilgi depolarının sık kullanılmaması alışkanlık ve kolaylık getirir. Örneğin, siz her sabah binaya girer girmez odanıza gidiyorsanız, bir müddet sonra sola mı sağa mı döneyim demeden, beyninizi yormadan yolunuzu bulabilirsiniz. Aslında bu bir güdümlemedir. Kendinizi mutlu hissedersiniz. Çünkü beyniniz ATP (Enerji kaynağı olan bir molekül) kullanmasın diye rahata kaçma yolunu tercih eder. Ancak, her gün yeni bir koridoru zorlarsanız, öğrenme ve kuşku ile yeni yerlere gitmek isterseniz, başlangıçta beyin fazla ATP kullanacağı ve zorlanacağı için rahatsız olur. Beyin bundan kaçmaya çalışır ve böylece bireyi alışkanlıklarının esiri yapar. Bunun gibi kuşkuya ve yorumlamaya kapalı bir eğitim beynin tembelleşmesini doğurur.
Özet olarak: Çocukların merak duygularının geliştirilmesi, her fırsatta aktive edilmesi, bilmeceye dayalı oyunların oynatılması, en önemlisi de “Araştırma güdüsünün” ayakta tutulması beyni geliştiren hususlardır. İyi beslenmeyen, uygun şekilde eğitilmeyen, özellikle kuşkuya yönlendirilmeyen beyinler körlenirler.
Türkiye’de bilim adamı yetişmemesi acaba bundan mı? Merakın, araştırmanın, yaratmanın, sorgulamanın eksikliğinin temelinde bu mu yatıyor? Bence mümkün. Sizce de, din eğitimi başta olmak üzere tüm eğitim sistemimizi yeniden kurgulamamız gerekmiyor mu?