Türkiye gelir ve kaynakları bakımından çok zengin bir ülke değildir. Tasarruf azdır ve sermaye kısıtlıdır. Bu nedenle devlet yatırımlar için bazı sistemler bulmak mecburiyetinde kalmıştır. Yabancı sermayeyi teşvik etmek ve Türkiye’de yatırım yapmaya özendirmek bunlardan en önemlisidir. Maalesef diğer ülkelere kıyaslanınca bu konuda çok başarılı olduğumuz söylenemez. Diğer bir husus da, Yatırımcılara arsa temin ederek ve kredi vererek yatırıma özendirmek olmuştur. Örneğin turizm bu şekilde gelişmiştir. Özal zamanında “Yap-İşlet-Devret” sistemi icat edildi. Bu sistem ile de otoyol, köprü, metro ve enerji yatırımları yapıldı. AKP ise “Kamu – Özel Ortaklığı” adında yeni bir sistem yarattı. Bu sistem ile de köprüler, Avrasya tüneli, otoyollar, hastaneler yapıldı.
Bazen, detaylara dalıp en önemli ana konuyu unutabiliyoruz. Bu hikâyeyi muhtemelen biliyorsunuzdur ama örnek olsun diye, bir kere daha anlatacağım: İkinci dünya harbinden sonra, soğuk savaş zamanında Amerikalılar Rusya’ya casus göndermek üzere ajan yetiştirirler. Akıllı ve sağlam vücutlu çocukları seçerek Rus kökenli ailelerin yanına verirler. Burada çocuklar Rusçayı, Rus adet ve geleneklerini gayet iyi bir şekilde öğrenirler. Tabii gerekli casusluk eğitimi de ayrıca verilir. İşte böyle bir ajanı Paraşütle Moskova yakınlarında bir köye atarlar. Ajan paraşütünü gömdükten sonra köyün kahvesine gider. Orada Rus halkıyla konuşur, dans eder, oyun oynar. Tam akşamüzeri ayrılacakları zaman Köylülerden birisi “Yoldaş sen Amerikalısın değil mi” diye sorar. Ajan hayretler içinde nasıl anladığını öğrenmek ister. O da “ Bizde hiç zenci bulunmaz da ondan “ diyerek yanıt verir.
Bir yatırım için de en önemli husus fizibil (yapılabilir,faydalı ve karlı) olmasıdır. Bir tesis büyük, şatafatlı, lüks olabilir ama fizibil değilse o tesis kurulmamalıdır. Onun için bankalar kredi verirken fizibilite raporları isterler. DPT’ tı gerek kamu gerek özel sektörün yatırımlarının ne kadar fizibil olduğunu hesaplamak için kurulmuştur. Mümkünse bu hesapların şeffaf olması istenir. Kamu – Özel ortaklığında bunu pek görmüyoruz. Şehir Hastanelerini ele alırsak:
- Maliyeti bilmiyoruz. Bu fizibilite hesabı yapabilmemizi imkânsız kılıyor.
- Proje yüklenici firma tarafından yaptırılmaktadır. Projeyi ya kamu kendisi yapmalı yahut çok iyi kontrol etmelidir. Yoksa ciğeri kediye emanet etmiş olursunuz.
- Hastanelerin sade ve kullanışlı olması şarttır. Kontrolsüz büyüklük ve lüks maliyetleri yükseltecektir. Dolayısıyla yüklenicinin kârını artırır.
- Hem kira ve bakımı ödemek hem de garantili işletme hakkı vermek yükleniciye müthiş bir menfaat sağlamaktadır.
- İşletmenin iki başlı olması yönetimi zorlamaktadır.
- Aslında bir kamu hizmeti olan hastanelerin bu kadar ticari sebeplerle idare edilmesi hasta bakımından da zararlıdır.
- Doğrusu doluluk oranlarının nasıl hesaplandığını çok merak ediyorum.
Hastanelerin merkeze uzaklığı, iç sirkülasyonun çok uzun ve yorucu olması, müşteri adedini artırmak için eski ve köklü hastanelerin kapatılması bu gösterişli muhteşem hastanelerin (yatak kısımlarının beş yıldızlı otel olduğu söyleniyor) fizibil olduğuna gölge düşürmektedir. Yükleniciye hesapsız bu kadar avantaj sağlanması ister istemez insanın aklına başka ihtimalleri de getiriyor.
Pek çok iyi tarafları ve şatafatına rağmen “Kamu-Özel” ortaklığı ile yapılan işleri; maalesef, “Zenci” olmaktan kurtarmıyor.