Geçen haftaki; “Akıllı Şehirler”, yazımı şöyle bitirmişim:” Yoksa pek çok şeyde olduğu gibi, bunda da geç kalmış olabiliriz”. Nedir kaçırdığımız şeyler? Bu lafın gelişi mi söylenmiştir yoksa gerçekten geç kaldığımız, yakalayamadığımız şeyler var mıdır? Bu yazımda kısaca, dilim döndüğü kadar bunu anlatmaya çalışacağım. ( Aslında her konu uzun uzun araştırılacak kadar önemli) Kaçırdıklarımızı şöyle sıralayabiliriz:
- Rönesans: 15. Yüzyılda başlayan bir süreçtir ve tüm Avrupa’ya yayılmıştır. Müslüman bilim adamları tarafından tercüme edilen eski yunan eserleri Hristiyan bilim adamları tarafından okundu ve Avrupa dillerine çevrildi. Müslüman dünyası tekrar uykuya dalarken; bu sayede, Avrupa aydınlığa kavuştu. Ortaçağ karanlık dönemi (dini taassup) sona erdirildi. İnsan ve düşünce öne çıkarıldı. Sanat ve bilim önem kazandı. İnsanın güçlü olduğu ve başarılı olabileceği kabul edildi. Gerçekçilik prensip edinildi. Hayatın ve dünyanın güzel olduğu ve araştırılması gerektiği kabul edildi.
Bu düşünceleri Hazırlayan ögeler ise şunlardır: Charlemagne (742-814) zamanında ticaretin gelişmesi ile bir burjuva sınıfı oluşmuş ve ön Rönesans denilen bir dönem başlamıştı. Manastırlarda eğitime çok önem verilmiş bunun yanında sivil okullar da açılmıştı. Bu okullarda sadece erkekler değil kızlar da eğitiliyordu. Eğitimde 3+4 yedili eski Yunan sistemi uygulanıyordu. Üçlü sistem: gramer, retorik (Bu sözcük en az bir kişinin en az bir başkasının düşüncesini değiştirmeye çalıştığı yazılı, sözlü ve görsel olarak dili kullanma sanatı, Arapça ifadesi ile belagat olarak tanımlanır), diyalektik (Bir fikirden ya da ilkeden içerdiği olumlu ve olumsuz bütün düşünceleri çıkarma yöntemine diyalektik denilmekteydi). Dörtlü sistem: aritmetik, geometri, astronomi ve müzikti. Bilime çok önem verilmiş pek çok eski eser tercüme edilmiştir.
Osmanlı maalesef Rönesans’ı es geçmiştir. Mülkiyetin olmaması ticaretin gelişmesini önlemiştir. Osmanlı Avrupa gibi merkantilist bir sistemle değil provizyonist bir sistemle yönetilmiştir. Halk hep fakir kalmıştır. Halkın eğitimi; dini eğitimin yoğun olduğu, medrese ve sübyan okullarında yapılmıştır. Sanat dince yasaklanmış, bilim ise şeytan işi olarak nitelendirilmiştir.
- Reform hareketleri: Buna din devrimi de diyebiliriz. Rönesans’la beraber aydınlanan insanlar matbaanın yaygınlaşmasıyla daha da bilinçlendi ve dini sorgulamaya başladı. 1517 de Martin Luther Katolik kilisesine karşı eylem başlattı ve İncili Almancaya tercüme etti. Bunun sonucu Protestan mezhebi doğdu. Bu akım sonra bütün Avrupa’ya yayıldı.
Müslümanlar reforma ihtiyaç duymadılar. Çünkü Kuran orijinalliğini korumuş İncil gibi sonradan kaleme alınmış bir kitap değildi. Arap olmayan Müslüman toplumları, anlamadıkları bir dil ile ibadet etmekte pek mahsur görmediler hatta bunu kutsadılar. Din sorgulanmadığı için hiçbir ilerleme de göstermedi. Bağnazlık tüm yaşam tarzına yayıldı. Rasyonel düşünceden uzaklaşıldı. Bazı düşünürler; bunun tersine, Türkiye’nin geri kalmasını Tanzimat’la başlayan modernleşme hareketine, dolayısı ile halkın İslamiyet’ten uzaklaşmasına bağlıyorlar. Bana modernleşme olmayan ve ilerlemiş bir tek Müslüman ülkesi gösterebilir misiniz? Bence din bu gün Türkiye’nin en önemli sorunlarından biridir.
- Sanayi devrimi: Rönesans ile hür ve yaratıcı düşüncenin önünün açılması, pek çok icatların da yapılmasına neden oldu. Bunların başında buhar makineleri gelir. Burjuvazinin gelişmesi ve sömürgecilik sayesinde Avrupa’da büyük bir sermaye artımı oldu ve bu sermayeler sanayi yatırımlarına dönüştü. Şehirlerin nüfusları arttı ve bu şehircilik kavramını getirdi. Bankacılık, Sigorta, Sendika gibi kurumlar hayatın içine girdi. Ticaret kanunları gelişti, Mülkiyet ve ticari haklar güvence altına alındı. Bütün bunlar insanların refah seviyesini artırdı, bilimsel ve teknik gelişmeleri hızlandırdı. Buhara dayalı İlk sanayiden sonra (01) elektrik ve petrol gücüne dayanan sanayi (02) daha sonra dijital sanayi (03) şimdi de (04) sanayi dönemini yaşıyoruz.
Türkiye maalesef sanayi devrimlerini de kaçırdı. Teknolojiyi kullanmak başka, teknolojiyi yaratmak başka bir şeydir. Biz teknoloji yaratamadık. Çünkü sanayinin gelişmesi için gerekli olan beyin gücü, hukuk, sermaye birikimi yeterince ülkemizde olmadı. Teknolojiden vaz geçtik buğdayı, samanı dışarıdan alır olduk. Hala eğitimimiz çok kötü, hala hukuk reformundan bahsediyoruz. Eğitimde misyoner okullarının sistemini tercih ettik (Yani yabancı dille eğitim). Dil öğrenmek bilimin önüne geçti. Matematik, fizik, kimya, biyoloji, felsefe gibi dersler doğru dürüst öğrenemediğimiz lisan ile daha çok ezberleyerek okutuldu. Bütün üniversitelerimiz çoğu yabancı dille eğitim yapılıyor. Bu şekilde bilim yapmak mümkün değil. Dil öğrenmek; çok önemli, ama yabancı dil ile eğitim yapmak ayrı bir şey.
Bu devrimleri yaşamadan, bazılarını atlayarak ilerlemek mümkün mü? Çok zor gözüküyor. Japonya gibi bazı ülkeler bunu başardı. Temelinde müthiş bir çalışma ve disiplin var. Ama tabii hiçbir şeyden ümit kesilmez.
“Kentsel Dönüşümü” çürük, sağlıksız ve çirkin olan şehirlerimiz için büyük bir şans olarak gördüm. Bilimsel ve rasyonel çalışarak bunları düzeltmek imkânımız olabilirdi. Ama maalesef uygulamalara bakınca, bu şansı da kaçıracağımızı ve eskisinden daha kötü bir duruma düşeceğimizi izliyorum.