Tasarladığınız bir işten sonuç almak için, muhakkak o işle ilgili temel bazı yaptırımları önceden halletmeniz gerekir. Yoksa sonuç hüsranla bitebilir. La Fontain’ nin güzel bir hikayesi vardır: Üç kafadar ayı avlamak için ormana giderler. Yolda ayının postunu kaça satacaklarını o parayla neler alacaklarını nasıl eğleneceklerini tatlı tatlı konuşurlar. Bu güzel hayale dalmışken ayı birden karşılarına büyük bir hışımla çıkıverir. İki arkadaş atik davranarak bir ağaca tırmanırlar. Daha hantal olan üçüncüsü çareyi ölü gibi yatmakta bulur. Ayı Yerde yatan adamı koklar elini yüzünü yalar ve çeker gider. Ağaçtaki iki arkadaş heyecanla aşağı inerler ve yatan arkadaşlarına “Ayı kulağına ne söyledi?” diye sorarlar. Yerde yatan adam şu cevabı verir: Ayıyı öldürmeden postunu satmaya kalkmayın.
Uygulanmaya çalışılan yeni ekonomik sistem de biraz buna benziyor. Faizler düşünce daha fazla yatırım olacak, fazla yatırım olunca ihracat artacak, İhracat olunca ülkeye bol dolar girecek ve doların değeri düşecek. Halk refaha ulaşacak. Kulağa gerçekten hoş geliyor. Dışarıya mal satabilmek için; katma değeri fazla, yüksek teknolojik mal satmanız gerekli. Bunun içinde bilime, ARG ye, patentlere en önemlisi de teknik personele ihtiyaç var. Bizde ise bunların hiç birisi yok. Bütün bunları da birkaç sene içinde sağlamak da mümkün değil. Çin’ nin 40-50 yılını almış. Eğer AKP iktidarda olduğu 20 yıl içinde imam değil de bilim adamı yetiştirmeyi tercih etseydi durum başka türlü olabilirdi. Yani; postu satmak için, ayıyı öldürememişiz.
13 Aralık Pazartesi akşamı Fatih Altaylının Bilim programında Prf. Dr. Ufuk Akçiğit ve Prof. Dr. Erinç Yelden adında iki akademisyen vardı. Özet olarak, ileri bir ülke olmak için bilim insanı yetiştirilmesi, bilim yapılması bunun sanayiye aktarılıp yüksek teknolojiye dönüştürülmesi gerektiği söylendi. Böyle ülkelerde faiz, kur, enflasyon hiç konuşulmuyormuş. ARG de, patentte, bilimsel makalede dünya ülkeleri arasında nal topluyoruz. Türk halkı zenginleşmek için devamlı inşaatı, spekülasyonu, parayla oynamayı tercih etmiş.
Bu sadece AKP ile de ilgili değil. Hafızam ister istemez 1988-1993 Özal zamanına gitti. Dövizin, enflasyondan %20-30 daha az artması ihracatçıyı, turizmciyi, sanayiciyi, müteahhitleri zor duruma sokmuş ve pek çok firmanın iflas etmesine sebep olmuştur. Türk parası yapay bir değer kazanmış, Türk malları dış piyasada rekabet gücünü kaybetmiştir. İki örnek vermek istiyorum. Dövizle ihale edilen bir yol işi yüklenicisi zor duruma düşünce devlet yardım edince, bu büyük eleştirilere sebep oldu ve bakanlar Yüce Divana verildi. Hâlbuki yüklenici %70 olan enflasyona karşı döviz % 40 artınca masrafları karşılayamadığı için haklıydı. O tarihlerde biz de otel işletiyorduk. Müşterilerin çoğu Alman olduğu için fiyatlarımız Mark üzerindendi. Otel dolu olmasına rağmen enflasyon ~%70 döviz ise ~%40 artığı için masrafları çeviremez duruma düştük. O sıkıntılı günleri çok iyi hatırlıyorum. Ülke 1994 senesinde; Çiller zamanında, başka bir krize gitti. Sermaye çıkışıyla birlikte Ocak 1994'te dolar bir günde % 14 değer kazandı. Ocak ve nisan ayları arasında ekonomik bir dizi önlemler alındığı halde lira, dolar karşısında % 160'ın üzerinde değer kaybetti. İktisatçılara göre kriz büyük oranda kötü ekonomi yönetimi kaynaklı oluştu. Hem de bunları uygulayan şimdiki gibi çakma değil, gerçek bir iktisat profesörüydü. Biraz daha geri gidince bankerler krizi ile karşılaşıyoruz. 1980'li yıllarda; yüksek faizli gelir elde etmek amacıyla, paralarını bankerlere yatıran ve bankerlik sisteminin çöküşü ile mevduat sahiplerinin parasını kaybetmesi ile sonuçlanan olayı yaşadık. Sayılarının 300 bini geçtiği tahmin edilen bankerzedeler 1980'li yıllarda Türkiye gündeminin popüler konularından biri olmuştu. Olay, toplumsal bir infiale yol açmış, o dönem intiharlar, öldürme ve yaralamalar artmıştır.
Demek ki “Teknoloji” ile ilerlemek ve zenginleşmek kimsenin aklına gelmemiş.