Gecen haftaki yazımda Osmanlıdan miras kalan cehaleti, Doğan Kuban Hocanın yazılarından detaylı olarak okuyabileceğinizi sağlık vermiştim. Ancak bunun sayın okuyucularıma zor geleceğini düşünerek, toparlayabildiğim bazı başlıkları bu yazımda sizlerle paylaşmak istedim.
- Osmanlı’dan kalan en büyük miras cehalettir. Her çağın cahilliği aynı değil. Kılık değiştirmiş bir bilgisizlikle çarpışıyoruz. Çağdaşlığın karşısında emperyalistlerin sömürü aracı olarak kullandığı insanlar var. Fesli, şalvarlı değiller. İmza atmasını da biliyorlar. Üniversite diplomaları da var. Bu yeni tür cehaletin doğası üzerinde aydınlanmak gerekiyor
- Resim ve heykel dünyalar yaratmanın hayali araçlarıdır. Doğuda ve Batıda, İslam’ın egemen olduğu Avrasya toprakları dışında, resim ve heykel, insan yaşamını zenginleştiren, boyutlarını değiştiren, estetik duyarlığını keskinleştiren etkinlikler, yaratılar olarak gelişti. İslam bu alanları kendine dogmatik ve Kuran’da olmayan bir yorumla resmi yasaklayarak uygarlık yarışını terk etti.
- Lale Devrinden başlayarak İmparatorluğun batışına kadar Osmanlı dünyası her alanda sadece alıcı ve taklit edicidir. Bunun Cumhuriyet yolunu açtığını yadsıyamayız.
- Biz önce din kökenli Arapça, sonra Fars edebiyatından Farsça bir sözlük aldık. sonra bunlardan bir Hybrid’ Osmanlıca icat ettik. Fakat Osmanlıca yazılmış, özgü entelektüel ve bugün okunan hiçbir yapıt ve düşünce yoktur. Belki medreseyi hortlatmaya çalışan İmam-Hatip okullarında olabilir. Düşünce tarihimizi incelersek Osmanlı’dan İslam’a geçmiş, ya da cumhuriyet çağına uzanmış, uluslararası bir değer taşıyan hiçbir kavram yok. Varsa Arapça ve Farsça kökenlidir. Osmanlı’nın düşünce ve yayın tarihinde kopya etmediğimiz hiçbir fikir yok. Kopya etmediğimiz bir teknik de yok. Dolayısıyla ürettiğimiz, patenti bize ait, araç da yok. Bu gözlem şok edicidir. İrdelenmelidir. Günün birinde, göçer döneminde yarattığımız, üzengi’ türünden bir araç belki bulunur. Bunlara karşın bizim birçok dilden önce gelişmiş, ve hala gelişmeğe devam eden olağanüstü bir dilimiz var. Dilin bu özel durumu ile göçerin her şeyi taklit etmesi arasında bir ilişki kurulabilir. Sosyal antropologlar ve dilciler bu konuya aydınlık getirebilirler.
- İslam Dünyası başını geriye çevirdi. Önünü görmüyor. Yalpalıyor. Dünyanın en kötü durumda olan toplumları, Afrikalılardan sonra Müslümanlar. Yaşamlarını sürdürebilmek için ya kendi karanlıkları ile savaşıp çağdaşlık yoluna girecekler ya da köle olacaklar. Zaten şu sırada sömürülmeyeni yok! Gençleri Batıya göç etmek için ölümü göze alıyor, çoluk çocukları ile yollara düşüyor, insan kaçakçılarının kurbanı oluyorlar. Toplum umutsuzluğa yuvarlandıkça kimilerine yine ‘tek dişi kalmış canavar’ deyimini söyletiyor. Yakında ‘Yazılsın seng-i kabrime vatan mahzun. Ben mahzun!’ diyenler de çıkacak. Bekçi köpeklerine ise söyleyecek söz kalmamış.
- Sevgili Okuyucular, yuvarlandıkça büyüyen kartopu gibi bir tarihi gerçek kaşısındayız. Bu günlük politika sınırlarını çoktan aştı. 1683’de Osmanlılar çözülmenin nedenlerini anlayacak kadar Avrupa’yı tanımıyorlardı. Osmanlı toplumu henüz Avrupa ile paralel bir uygar değişim evrim sürecine girmemişti. Bizde Avrupalı ile aşık atacak bir isim söyleyin. Örneğin Fransız toplumu 17.yüzyılda Descarts, Fermat, Pascal diye üç evrensel matematikçi yetiştirmişti. Osmanlı tarihinin sonuna kadar bunlara paralel bir matematikçi biz de yetişmedi. O çağın tek okulu olan medreselerin okuttuğu mollaların en ünlülerinin biyografilerini içeren Şakayık-ı Numaniye’de adı matematikçi olarak geçen kimsenin adını işittiniz mi? Tarih okuyan birileri işitmiş olabilir. Ne yaptığını bilen bir Allah’ın kulu var mı? Avrupalılar biliyor mu? Hayır. Başka bir konu alanına bakalım: Burası Türkiye, belli olmaz, ama Leonardo Da Vinci’yi bilmeyen yoktur. Ressam, bilim adamı, araştırmacı ve yaratıcı bir teknisyen olarak dünya kültürü yıldızlarından. Onun herhangi dalda ürettiklerini yapan bir Türk tarihimizde var mı? Yok! Hadi biz resim yapmazdık, diyelim. Fakat çizdiği sayısız insan anatomisi, hayvan anatomisi, bitki anatomisine ilişkiteknik resim ve analizlerini yapmış bir Türk var mı? Yok! Yaptığı sayısız araç resimleri, istihkamlar, yapılar, köprüler (İstanbul’a da Haliç üzerine bir köprü projesi yaptığı söylenir) ve sayısız geometrik eskizlere benzer araştırmalar yapan bir Türk var mı? Hiç işitmedik. Peki, Osmanlılar en görkemli dönemlerinde Brunelleschi gibi bir araştırmacı mimar ve heykeltraş yetiştirmişler mi? Türk tarihinde mimar, ressam, heykeltraş ve yazar olan bir sanatçı yetiştirmişler mi? Haşa! İtalya veya Avrupa’dan örnek saymağa kalkarsam, zaten okumak ve işitmek istemez, kafanızı kuma gömersiniz. Avrupa ile aramızdaki uçurumu kapamak için ne yapmışız? Cumhuriyet başındaki duruma bakarsak hiç bir şey yapamamışız. Yavaş yavaş gemi batmış.
- Osmanlı tarihi tümüyle cehaletin hizmetinde biçimlenmiştir. İç nedenlerle bazen yozlaşan bir otokrasi, toplumun kul, yani köle statüsü, dinin şeriata dönüşmesi, kentlileşmemiş toplum, toplumu aydınlatacak bir ulusal ordu olmaması, bürokrasi ve edebiyat dilinin halk dilinden farklı oluşu bu nedenlerin başında gelir. Osmanlı toplumunda büyük çoğunluğu köyde oturan insanlara öğrenme olanağını açık değildi. Okuma yazma bilmeyen ve okulu olmayan köylerde yaşayanların öğrenme çarkına girmeleri olanaksızdı. Yakın zamanlara geldikçe bu olgu daha karmaşık duruma gelir. Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıktı? hikâyesine dönüşür. Örneğin bu günlerde okullarda bazı derslerin kalkması toplumun cehaletinden değil, cahil kalmış karar mekanizmalarından kaynaklanır.
- Dünyanın içinden geçtiği neredeyse 3 000 yıllık insanlık tarihinin bazı performanslarından haberi olmamak kişisel değil, toplumsal bir olaydır. Osmanlı cehaletinin tortusu toplumun bazı kesimlerinde yaşamaya devam ediyor. Bazı ayrıcalıklı insanların ya da grupların varlığı bunu değiştirmiyor. Bu bağlamda, özellikle bizim gibi geç uyanmış toplumlarda, henüz düşüncenin ulaşmadığı bakir topraklar ya da ormanlar var. ‘Nasıl olur, daha dün bu adam Almanya’da idi?’, ya da ‘Bu adam üniversitede profesör!’ demek cehaletin olasılığını değiştirmez. Çünkü bazı insanların renk körü olmaları gibi, geçirdiği bir kaza nedeniyle körleşmiş insanlar da vardır. Bu kazalar tarihseldir. Bilmedikleri bir dille yazılan Kuran’ı da okumadılar. Kuran, muska gibi bir kenarda dururdu. Okumayı biraz sökenlerin okudukları Mızraklı İlmihal kitaplarını anımsıyorum. Halka namaz, oruç, haç ve dinin farzlarını anlatır, Allah’a ve Peygamber’e inançlarını vurgulatırdı. Halkın maksimum din bilgisi budur. Fakat toplum dindardır ama, kendi dinini ve tarihini bilmez. Milliyetçi olanları var, milletinin tarihini bilmez. Padişahçıdır, padişahın anasının Türkçe bilmediğini bilmez. Padişah’ın Türk olmayı istemediğini de bilmez. Bu toplum tutucu imiş, peki neyi tutuyor?