Ortaçağ Avrupa’sında aristokratların muazzam şatoları vardı. Şatonun yanında arabalar, atlar, araziler hepsi babadan oğullara kalan bir ailenin malıydı. İşçiler karın tokluğuna bu aristokratlar için çalışırdı. Bizde de ağalar aşağı yukarı aynı durumda idi.( Züğürt ağa filminde bu çok güzel anlatılır) Sanayi devrimi ile işçilerin sömürülmesi başka bir şekilde devam etti. Sosyalizm ve kominizim gibi sistemler insan haklarını korumak için düşünüldü. Bunlarda ayrı bir devlet diktatörlüğü oluşturdu yine insanlar sömürüldü. 1948 yıllarında Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi yayınlandı ve devletlerin buna uyması istendi. Demokrasi buna bir çare gibi gözüktü. Halk tarafından seçilen iktidarlar gücü ellerinde toplayarak halka rağmen halk üstünde baskı kurabildiler. Bütün bunlar gösteriyor ki insanlar hükmetmeyi seviyor halk da bunu kabullenebiliyor. Bir başbakan işine bisikletle de gidip gelebilir, son derece lüks araçla ve bir koruma ordusu ile de gidip gelebilir. Bu bir tercih meselesidir.
Ülkemize gelirsek: Türkiye’de asgari ücret 2 823 liradır. Yaklaşık 10 milyon insan bu maaş ile geçinmek zorundadır. 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 2 438 lira yoksulluk sınırı ise 7 942 lira olarak hesaplanmış. Bu zümreyi açlık seviyesinden yoksulluk seviyesine bir tık yaklaştırmak için 10 milyon kişiye ayda 177 lira zam yapsak ve maaşlar 3000 lira olsa yılda 21 milyar lira tutuyor. Buna 10 milyon emekliyi de ilave edersek yaklaşık 42 milyar lira lirayı bulur.
Şimdi “İtibarda israfa bakılmayan” ödemelere bir bakalım:
- Saray maliyet 2,5 milyar yıllık masrafı 600 milyon lira =3,1 milyar lira
- Diğer saraylar yaklaşık ~ 2 milyar
- Otomobil ve uçak maliyet ve masrafları ~ 2 milyar
- Ödenen köprü ve yollar geçiş garantisi 7,8 milyar lira
- Şehir hastaneleri için ödenen garanti 14 milyar (31 ilde şehir hastanesi maliyeti 140 milyar lira)
- Hastanelere ödenecek yıllık Kira 10 milyar lira
- İstanbul Havalimanına garantiden fazla yolcu geldiği için 200 milyon kazandı (İstanbul havalimanı maliyeti 90 milyar lira)
- Diyanet bütçesi üçte bir azalabilir (12 milyar) 12/3 ~ 4 milyar
T0PLAM ~ 42,8 milyar lira (Aklıma hemen geliverenler)
Bu yatırımlarda iki husus göze çarpıyor:
- Yapılan iş gerçekten gerekli mi? Sorusunu akla getiriyor. Örnek olarak havalimanını ve hastaneleri özellikle aldım. Atatürk Havalimanı yeni yapılmış henüz “Faydalı ömrünü” doldurmamış bir yapıydı. Hastaneler de öyle. Tesisler tıkır tıkır çalışırken onları kapatıp; çok da kullanışlı olmayan, yenilerini yapmak pek akıllıca gözükmüyor.
- İnşaat yapmak ülkemizde “tatlı bir gidiştir”. Acaba, amaç; gerekli olduğu için değil de, bazı kesimleri zengin etmek için icat edilen bir araç yaratmak mıdır? Rakamlar o kadar uçuk ki insan bunu düşünmeden edemiyor.
Tabii Avrupa’nın en büyük ve en lüks havalimanını ve hastanelerini yapmak, dünyanın dış ülkelere en çok yardım eden ülkesi olmak, saraylar kütüphaneler kurmak, İstanbul Kanalı gibi çılgın projeler düşünmek güzel şeyler. Kulağa hoş geliyor. Ama ve lakin halkınız aç ve sefilken bunları yaparsanız kusura bakmayın ama size “Ayranın yok içmeye tahtırevanla gider s..maya” derler. Özellikle pandemi döneminde esnafın ve genelde halkın içine düştüğü durum meydandadır. Deprem, kuraklık, işsizlik gibi devasa sorunlarımız varken gösterişle itibar sağlamaya çalışırsanız “Ehem mi mühimden ayıramıyorsunuz” demektir.
Gerek “yap işlet devret” sistemi gerekse “Kamu özel ortaklığı” sistemi bizim gibi finansman sıkıntısı çekem ülkeler için çok faydalıdır. Nasıl olsa bedavaya geliyor diye kantarın topunu kaçırdığınız zaman büyük ziyanlara da sebep olabilirsiniz. Lavoisier’nin dediği gibi “Dünyada hiçbir şey kaybolmaz ve yeniden yaratılmaz her şey şekil değiştirir.” Bu paralar bir şekilde bir gün muhakkak ödenecektir.
Ya inşaata devam edeceğiz üç beş kişi zengin olacak yahut da üretime önem vereceğiz halk kazanacak. Bu bir tercih meselesi.