19 Şubat Cuma günü gazetede sevgili meslektaşım Esat Hadımlı’ nın ölüm haberini okudum. Merhum yengem tarafından uzaktan akrabam olurdu. Kendisine Allahtan rahmet diliyorum. Babası Kemal Hadımlı İzmir’in çok değerli, sevilen valilerinden biriydi. Seneler öncesi Esad’ın babaannesi hakkında; 27 Mayıs’ da geçen bir olayı anlatan, yazı yazmıştım onu sizlerle paylaşmak istiyorum. Propaganda ve algı sen nelere kadirsin ?
Utanç!..
Gün görmüş bir İstanbul hanımefendisi olan Atiye hanım, ben tanıdığımda altmış yaşlarında idi. Nefis İstanbul lehçesi ile yaptığı ve “Güzel evladım” diye başlayan sohbetlerine doyum olmazdı. Eşi Esat bey ise Konya’nın bir kazasından olup İstanbul’a memuriyet ile gelmiş, emekli olduktan sonra da Kurtuluşta mütevazı bir evde oturmaya başlamışlardı. Çok iyi yetişmiş üç çocukları vardı. Büyük oğlu vali küçük oğlu veteriner olmuş, kızları ise bir ziraat mühendisi ile evlenmişti. Gelinleri, damatları ve torunları ile mutlu bir hayat sürüyorlardı. Onu hep biraz şişman olan vücudunu örten siyah mantosu ve başörtüsü ile hatırlıyorum. Bu siyah fon içinde bembeyaz teni ve o gülen yüzü ile hala çok güzel bir kadındı. Esat bey öldükten sonra, Kurtuluştaki evi bıraktı ve çocuklarının yanında yaşamaya başladı. Gelinleri ile ufak tefek problemleri olmadı değil. Ama o her zamanki hoşgörüsü ve kibarlığı ile meseleleri çözdü ve tatsızlık çıkarmadı. 27 Mayıs 1960 ihtilali olduğunda, oğlu büyük illerimizin birinde bulunuyordu. Vali konağında herkesten itibar görüyor, günlerini ibadet ve ufak tefek el işleri ile meşgul olarak geçiriyordu. İhtilal de Vali bey; bütün siyasiler ve yüksek bürokratlar gibi, hakkında bir sürü iddialarla Yassı adaya gönderildi. Oğlu, konağı boşaltmadan önce annesini küçük bir ilde veteriner müdürü olan kardeşinin yanına göndermeyi uygun gördü. Zaten az olan birkaç parça eşyasını küçük bir bavula koyarak akşam otobüslerinden birine bindirdiler kadıncağızı. Bunlardan hiç bir şey anlamamıştı Atiye hanım. O elinde tespihi, dudaklarında dualar, her zamanki gibi “Allah’tan hayırlısını” istiyordu. Biraz dalmıştı ki otobüsün durması ile uyandı. Görevini çok iyi yaptığını sanan, mağrur bir çavuş, ihtilalın verdiği güçle de şoförün yanında durdu ve yolculara doğru kükredi:”Valini annesi burada mı?” . Atiye hanım şaşkın vaziyette ama hiç tavrını bozmadan “Evet, güzel evladım buradayım” dedi. Kadıncağızı yaka-paça aşağı indirdiler ve bavulunu çıkarttırdılar. Bütün yolcular da aşağı inmiş olayı seyrediyordu. Çavuş hışımla bavulu açtı ve karıştırmaya başladı. Yamalı iç fanilaları görünce biraz durdu, gülümsedi ve çamaşırları iki parmağı ile tutup bayrak gibi açarak etrafındakilere “ İşte Vali beyin annesinin fanilaları” diyerek alaylı alaylı gösterdi. Atiye hanım yine bir şey anlamamıştı. Küçük bir yırtık için yepyeni fanila hiç atılır mıydı? İsraf haram değil miydi? Bavulun bir köşesinde kâğıda sarılmış, bağlanmış bir paket görünce çavuşun gözleri parladı. İşte aradığını nihayet bulmuştu. Kim bilir ne kıymetli şeyler vardı bu paketin içinde. Zaten memleketi soyup soğana çeviren bunlar değil miydi? İzleyicilerin meraklı bakışları altında muzaffer bir kumandan edası ile yavaş yavaş açtı paketi. A A A ...........oda ne! Meğer bunlar sadece kesilmiş tırnak ve tomar halinde saç telleri değil miymiş. Yaratıkların en şereflisi olan insanoğlunun tabii ki atık en küçük parçası dahi önemliydi ve çöpe atılamazdı. Onu ya gömmek ya da yakmak gerekirdi. Atiye hanım aceleden bu zamanı bulamamıştı ve bu utancı ömrünün sonuna kadar taşıdı. Sonra.....Sonra ne oldu?...........Üç insanı astılar!..
Ercan EVREN Antalya,21.04.1998