10 Şubat 2020 tarihli Sözcü gazetesinde Rahmi Turan’ın Aziz Nesin hakkında bir yazısını okudum. Soyadı kanunu çıktığı zaman herkes kendine yakıştırdığı; Aslan, Güzel, Doğru gibi hamasi soyadları alır. Aziz Nesin ise şöyle düşünmüş: “Herkes Nesin diye çağırdıkça ne olduğumu düşünüp kendime geleyim dedim.”
Konu açılınca 1995 yılında Milliyet gazetesinde yayımlanan bir yazım aklıma geldi. Onu sizinle paylaşmak istiyorum.
Aziz Nesin’ nin Öbür Dünyadan İlk Mektubu..
Burada, öldükten sonra hayat olmadığına dair düşüncelerim tamamen değişti doğrusu. İnanın orada olup bitenlerin hepsini görüp işitiyorum. Müthiş bir iletişim şekli bu….Sanki binlerce kanalı beraber seyretmek gibi bir şey. Kalbim durduktan sonra (Artık öldükten sonra demiyorum) görevlilerin otopsi yaptırmak istemeleri Devletin bana son kazığı oldu herhalde. Hayattayken, beni kesip biçmemişler, idam etmemişlerdi. Cesedimi parçalayarak kendilerini sadistçe tatmin ettiler. Bu nedenle, bağışladığım organlarım da hiçbir işe yaramadı. Buna da; son arzumu yerine getirmemekle, devlet erkânının bir intikamı diyebilirsiniz. En kötüsü morgda, soğuk hava deposunda geçen zaman oldu. Dünyada pek çok kez hapiste yattım ve işkence gördüm ama böyle ıstırap çektiğimi ve bu kadar üşüdüğümü hiç hatırlamıyorum. Bu da eksik kalan; bilinen bilinmeyen, cezalarımın tamamlanması idi herhalde. 8. Maddeyi boşu boşuna tartışıyorlar. Aslında, ceza kanununa bir madde koyup, fikir suçlarını; dünyayı terk ettikten sonra, morgda yatırarak cezalandırsalar, hem tartışma biter hem de çok ağır bir ceza verilmiş olurlardı.
Hele Başsavcının mesajına ne demeli bilemiyorum. Müslüman anne babadan olduğum ve nüfus cüzdanımda Müslüman yazdığına göre Müslümandan başka bir şey olamazmışım. Yine de “Allah rahmet eylesin” miş. Kahretti beni bu sözler… Akıl için verdiğim bunca çabaya mı, yoksa dinsizim diye bas bas bağırdığım halde, Ankara’da ki Başsavcıya dahi sesimi işittirmediğime mi yanayım?
Bazı söylentiler gelmeğe başladı kulağıma. Meğer benim küçük vücudum dev kadar büyükmüş de bir çukura sığdıramamışlar ve de bedenimi parçalayıp altı çukura gömmüşler. Halk şimdiden “Altı çukur evliyası” diyormuş bana. Vakıf bahçesindeki ağaçlara çaputların bağlanmaya başladığını görür gibi oluyorum. Böylece mezarımın belli olmamasını istemem de boşa çıkmış olacak. Sevenlerimden son bir ricam var. Hiç olmazsa, beni ziyarete gelenler veremli, saralı, kanserli hastalar değil de evde kalmış kızlar, çocuğu olmayan tazeler, sevgililerine kavuşmak isteyen güzeller olsun.
Eh, ne yapacaksınız can çıkar huy çıkmaz.