Bireyselliğe karşı suç işleme tehlikeleri yaşlı bakımı alanında da çoktur. Örneğin “şimdi usluca haplarımızı alıyoruz” diyen bir bakıcı, dil üzerinden bireyselliğe yönelik – farkında olmadan – bir suç işlemektedir. Hapları alacak olan “biz” değiliz, yaşlı “birey” bu hapları alacak. “Usluca” kelimesi, bakıcının yaşlı üzerindeki egemenliğin ve yaşlıyı “çocuk” gibi görmenin göstergesi. “Şimdi” kelimesi ile hapları alma vaktinin “kim” tarafından belirlendiğini ortaya koymanın açık delilidir. Bu cümlenin arkasında “bağımlılık ve egemenlik”, “güç ve güçsüzlük” kavramlarının yarattığı kompleks dünya kendisini açığa vurmaktadır.
İnsanın nasıl bir varlık olduğu sorusuna eski dönemlerden beri cevap aranmıştır. Gelecekte de bu arayış sürecektir. Çünkü insan “düşünen” bir varlıktır. Düşündüğü sürece, “Ben kimim?” sorusunu soracaktır. Bu soruya farklı cevaplar verilmiştir. Sokrates, felsefenin görevini “kendini bilme yoluyla mutluluğu teşvik etmek” olarak gördü. Sınamaya tabi olmayan bir hayatı, yaşanmaya değmez olarak tanımladı.
Rene Descartes, ruh ve beden arasındaki ikiliği “rasyonel ruh” ve “ben” kavramlarıyla çözümlemeye çalıştı. Ona göre epifiz bezinde yer alan “rasyonel ruh” bedeni “yaşam ruhları” ile yönlendiriyordu. Rasyonel ruh canlıydı, beden ise sevk ve idare edilen bir “makine” idi. Benzer bir düşünceyi Galen, henüz 2. yüzyılda formüle etmişti. Descartes onu ayrıntılı olarak formüle eden ilk kişiydi.
Belki insanı “makine” olarak görmüyoruz ve Descartes’in düşüncesine antipati duyuyoruz. Ama bu düşünce tamamen terk edilmiştir. Sadece başka türlü tarif edilmektedir. İnsanı “cansız ve hareketli” özellikleri aynı anda bünyesinde barındıran bir varlık olarak tanımlarız. Cansız özellikleri, insanı meydana getiren organizmasındaki elementlerdir. Örneğin “demir eksikliği” olduğunu söyleyen bir insan, herhalde demirin “canlı” olduğunu iddia etmeyecektir. Bu “cansız” demir, hareketli midir? Elbette, bedenimizdeki demir, cansız olduğu halde beden hareket edince hareket etmektedir. “Cansız ve hareketli”, bunu ifade etmektedir.
“Canlandırılmış ve canlandırıcı” ne demektir? Burada devreye “inanç” görmektedir. Bedenimiz cansız maddelerden bir araya geldiği halde, bunların toplamından ortaya bir canlı çıkmaktadır. Dolayısıyla cansız olan “canlandırılmıştır”. Nasıl canlandırıldığı sorusunun ise pek çok cevabı vardır. Fakat inançlı bir insan için cevap bellidir.
“Canlandırıcı” neyi ifade etmektedir? Canlandırılmış olan insanın kendisindeki “yaratıcılığı” ifade eder. İnsanın yaratıcılığı “Canlandıranın” canlandırıcı özelliklerinden farklıdır. İnsan, “ruhsal-yaratıcı” olarak bünyesinde madde-beden-ruh-bilinç taşıyan bir varlıktır. Canlandırılan bedenine vücut diyoruz. Vücut, beden kavramından daha kapsamlı anlam taşır. Bir şeyi “beden getirmek” demeyiz, “vücuda getirmek” deriz. “Ruhsal beden” ise kendi kişiliğimizdir. İnsan, ayrılmaz şekilde bir beden-ruh-bilinç birimidir. Birim, tekilin (örn. organ, duygu) ayrılmaz bütünlüğe (örn. organizma, ruh hali) bağlılığı demektir.
Her insan, kişi olarak emsalsiz ve kendisi için bir varlıktır. Aynı şekilde bir daha var olmaz. Kişi olarak bir başka kişi ile değiştirilemez. Bu nedenle bireyin kalabalık (toplum) tarafından “yutulmaması” önemlidir. İnsanın emsalsizliği korunmalıdır. İnsan, bölünmemiş bir bütünlük (beden-ruh-bilinç bütünlüğü) olarak muhafaza edilmelidir. İnsanın birey ve bireyselliğinin onu kendisi olarak tanımladığı dikkate alınmalı, bireyselliğine sonsuz bir saygı duyulmalıdır.
Bireysellik ve sosyallik, insanın iki temel özelliği, birbiriyle uyuşmaz görünür. Gerçekte bir elmanın iki yarısı gibidirler. İnsanın bireyselliği sosyalliği tarafından desteklenir. Bu ne demek? Sosyal varlık olmasaydık, sadece birey olarak var olurduk. Sadece bireylerin olduğu bir yerde bireyselliğin bir anlamı kalmaz. Bireyselliğin değeri sosyallikten kaynaklanır. İnsan, toplumda kendine bir yer edinmek ister. Diğer taraftan toplumdan da kopamaz. İşte bu birbirine bağlılık, hem birey hem de sosyal var olma hali, insanda birey olma arzusunu yaratır. Toplumda yok olup gitmek istemez.
Benliğimiz, yüksek bir varlıkla (kültüre göre değişik isimler alabilir Tanrı, Allah, Yehova vs.) ve kardeşlerimiz diğer insanlarla bir karşılaşmadır. Bu, “sen ve biz birliği” ile ilgilidir. Gerçek hayat bireylerin ve onların benliklerinin bir karşılaşmasıdır. Başkalarına yönelmek ve diğer insanlara uymak, egodan bir açılım gerektirir. İnsan diğer insanlarla ilişki, kalıcı ve sürdürülür, bir bağ kurar ve bunları korur.
Yaşlı bakımı da bir “ilişki sürecidir”. Bakılan ve bakıcı arasındaki bu ilişkide, hem bakılan hem de bakıcının bireyselliği ve sosyalliği, uygun bir şekilde bir araya getirilmelidir. Yaşlı bakımı, bunu başarma sanatıdır.