DUAYEN

Türkiye Asırlarca Bu Çirkinlikleri mi Seyredecek?

Üniversite yıllarında bir hocamız, çirkin bir proje görünce şöyle derdi:” Bir doktor yanlış yaparsa onun hatasını toprak örter, bir mimar hata yaparsa insanlar onu çirkinliğini asırlar boyunca seyretmek mecburiyetinde kalır.”

Gazete haberlerine göre, Kanal İstanbul’un ilk özel projesi belli olmuş: Cumhurbaşkanlığı sarayının da mimarı olan Şefik Birki’ nin 10 bin konutluk bir proje tasarladığı ortaya çıkmış (Deprem rezerv alanları olmadığı da anlaşıldı). Bir eserin meydana çıkmasında müellifi kadar yaptıranın da etkisi olur. Onun için Anadolu’da “Yapana değil yaptırana bak” derler. İyi sanatçılar müşterilerinin isteklerini ve ihtiyaçlarını alırlar ve sonra onu pek işe karıştırmazlar. Sayın Birki anlaşılıyor ki bir sanatçıdan çok bir tüccar gibi davranmış ve işverenin arzularını aynen uygulamış. Saray, Merkez Bankası, Taksim Camii bunun böyle olduğunu ispatlıyor. Sayın Cumhur Başkanımızın ekonomide uzman olduğunu biliyoruz! Ayrıca, mimaride de uzman olduğu  anlaşılıyor. Binaların yüksekliğine, alçaklığına, Osmanlı veya Selçuklu sitilinde mi olup olacağına da hep o karar veriyor. Kimsenin de gıkı çıkmıyor. Sonuç olarak Almanların “Kitsch” dediği taklit, sanat değeri olmayan binalar ortaya çıkmış oluyor. Bu pahalı binalar hiçbir mimari mecmuada basılmayacak ve de bir sanat eleştirmeni tarafından yorumlanmayacaktır. Tam bir cehaletin ürünü olan bu yapıları bizler de ömür boyu seyretmek zorunda kalacağız. Bu binaların süslü ve şatafatlı olmaları bazı insanların hoşuna gitse de kendilerine bir değer katmamaktadır.

Bu tavrın arkasında “milli ve yerli” dediğimiz milliyetçilik düşüncesi yatmaktadır. Hâlbuki milliyetçilik geçmişi taklit etmek değil, çağdaş dünyada ses getirecek doğru dürüst işler yapmaktır.

Tarihte buna benzer akımlar görülmüştür. Avrupa’da 1930 yıllarında “Güç Mimarlığı” diye bir akım görüyoruz. Almanya, İtalya, İspanya ve Rusya gibi faşist ülkelerde Yunan ve Roma mimarisini taklit etme modası var. Gösterişli ve abidevi binalar inşa edilmiş. Bizde ise 19. Asıda “Tarihselcilik ve Art nuveau” olarak adlandıran bir sitil, 1900-1927 arası birinci ve 1940-1950 arası ikinci olmak üzere uygulanan iki “Neoklasik (Ulusalcı)” dönem vardır. Bu akımlar; sanatsal hiç bir ilgi uyandırmadan, sabun köpüğü gibi dünyadan gelip geçip gitmiştir. (Detayları öğrenmek isteyenler, benim “Antikiteden Günümüze Mimarlık” adlı kitabımı, alttaki linke tıklayarak okuyabilirler.)

Osmanlıdan bize miras kalan cehalete gelince, bunun sebebini de eğitim sistemimizde aramak gerek. Hiç bir eğitim kademesinde sanat eğitimi olmaması, yasaklar, skolastik baskılar insanlarda estetik şuurunun oluşmasını engelliyor ve sonuçta toplum sanata duyarsız bir hale gelebiliyor.  Bu konuda bilgi almak isteyenlerin de, “Herkese Bilim Teknoloji” dergisinde Doğan Kuban hocayı okumalarını tavsiye ederim.

İyi Bayramlar Temennisiyle

 

https://docs.google.com/file/d/0B1sRlG_0upOhZGpBMWk5Wkx5VFU/edit?resourcekey=0-bC0j21E-42ojWUWBbkSGkw

 

Not: Geçen haftaki “Nihayet Türkiye’nin Önemli Bir Sorunu Daha Hallediliyor” başlıklı yazıma ek.

Hayvan haklarını savunalım derken, insan haklarını unutuvermişiz. Sağ olsun Abdullah Uz hocam hatırlattı. İnsanlar için bazen büyük tehlike arz eden başıboş sokak hayvanlarını unutmuşum.  Bu hayvanların saldırarak insanları ısırdığını hatta bazen parçalayarak öldürdüğünü biliyoruz. Kuduz gibi bazı öldürücü hastalıklar sokak hayvanlarından insanlara geçiyor. İşin en vahimi de bazı insanların; hayvan haklarını korumak uğruna, bu hayvanları savunduklarına şahit olmamız. Bütün bu irrasyonel durumların akılcı bir tutumla çözümlenmesi gerekiyor. Fazla duygusallık insanlığı tehlikeye sokabilir.

Yayın Tarihi
17.07.2021
Bu makale 1643 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!