Almanya Federal Cumhuriyeti Şansölyesi Friedrich Merz, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın davetine icabetle, eşi Charlotte ve 4-5 kişiden oluşan ekibiyle birlikte Türkiye’ye geldi. Alman Ordusu’na ait, tüm politikacıların resmi görev için kullandığı devlet uçağını tercih etti.
Uçakta Merz’e eşlik etmek isteyen gazeteciler, biletlerini kendi ceplerinden ödedi. Tek bir “bedava yolcu” alınmadı.
Ankara’ya indiğinde Merz, çantasını, bilgisayarını, elbiselerini ve dosyalarını kendi taşıdı. Bir devletin şansölyesi olmasına rağmen, bir CEO ya da sade bir iş insanı gibi davrandı. Yanında, her zamanki zarafetiyle eşi Charlotte Merz vardı.
 
Ne güzel haber değil mi?
Bizim Cumhurbaşkanımız Kıbrıs’a yedi uçakla, ABD seyahatlerine ise makam arabası için ayrı bir kargo uçağıyla gidince, bu tür haberleri şaşkınlıkla okumamız gayet doğal.  Çünkü biz “itibardan tasarruf olmaz” düz mantığımızla hareket ettiğimiz için bu durum bizim için çok daha doğal…
Üstelik vatandaşını tasarrufa çağıran bir hükümetin kendisinin tasarruf yapmaması, petrol ihraç eden değil, ithal eden bir ülke olarak bu savurganlığı sürdürmesi, halkın vicdanını sızlatıyor.
Tasarruf çağrısı, yalnızca vatandaşa değil, devleti yönetenlere de örnek olmalı.
Merz’in sade davranışı, aslında bir “gösteriş değil, görev” anlayışının yansıması.
Bizde ise devletin imkânlarıyla sergilenen ihtişam, toplumun güvenini değil, tepkisini büyütüyor.
Belki de Merz’in bu ziyareti, “sade bir liderliğin” ne anlama geldiğini hatırlatmak için bir fırsattır.
 
Gerçek tasarruf, lafta değil, davranışta başlar. 
Tasarruf, halktan değil; yönetenlerden başladığında anlam kazanır.
