Yıllar önce; üniversite eğitimi almış sonraları yüksek mevkilere gelmiş entelektüel bir dostuma, Antalya’da çalışan bir mimarı eleştiriyordum. Dostum beni dinledikten sonra bana şu soruyu yöneltti: Siz mimarlar hep aynı okullarda okumuyor musunuz? Aranızda niye bu kadar fark olsun? İlk bakışta akıllıca söylenmiş bir sual olsa da bunun böyle olmadığını yazımda anlatmaya çalışacağım.
Ülkemizde mimarlık bir inşaat faaliyeti olduğu için mühendislik ile bir görülür, Hatta İnşaat mühendislerinin hesap kitabı daha iyi anladıkları için binayı da daha iyi yapacağı sanılır. Daha ilginci, inşaat mühendislerinin; fakültede çok az tasarım dersi almalarına rağmen, büyük bir kısmı da bunu böyle düşünür.
Mimarinin bir sanat dalı olduğu ise hiç kimsenin aklına gelmedi. Yine, yüksek öğrenimli bir arkadaşımı bu konuda ikna etmek için çok uğraştığımı hatırlıyorum. Tabii, taşla, çimentoyla, demirle sanat mı olur? Hâlbuki mimaride asıl amaç “tasarımdır”.
Sanıyorum Le Corbusier’ nin bir sözü şöyledi:” Taşla, çimentoyla, demirle bir inşaat yapabilirsiniz bu bir bina olur. Bu bina ancak sizin duygularınıza hitap ediyorsa ve size heyecan veriyorsa buna mimari bir yapı diyebiliriz”. Bunun lüks pahalı malzemelerle, sağlamlıkla hiçbir ilgisi yoktur.
Türkiye’de 122 mimarlık fakültesi var. Yaklaşık 12-13 bin öğrencisi bulunmaktadır. Bunların içinden % 5’ ini gerçek mimar yetiştirebiliyorsak ne mutlu bize. Her sanat dalında olduğu gibi mimarlık da yetenek ister. Allah vergisi olan yetenek de maalesef herkes de bulunmuyor. Tabii eğitimin iyi olması da buna büyük katkı sağlar. 122 fakültenin çoğunda doğru dürüst öğretim görevlisi yok. Piyasa mimarları derslere giriyor. İyi mimar olmak için bütün bunlar da yeterli gelmiyor. Toplumun bunu istemesi ve o ortamı yaratması gerekli. Bir ülkede bunların hiç biri doğru dürüst gerçekleşmiyorsa, o ülkede şehirler neden çirkin oluyor diye sızlanmaya da pek hakkımız olmadığını sanıyorum. Onun için telif hakları da böyle ülkelerde mimarlar için pek geçerli değil.
Osmanlı İmparatorluğu maalesef çevresindeki ilerlemelere hep ilgisiz kaldı; belki öz güvenden, kendi içine kapalı yaşadı. Abbasi Rönesans’ına, Avrupa Rönesans’ına hep uzak durdu. Yunan eserleriyle hiç ilgilenilmedi. Saatin ve notanın bulunmasıyla müzikteki reform görmemezlikten gelindi. Sanayi devrimini pas geçtik. Resim ve heykel sanatı yobaz din adamları tarafından yasaklandı. Mimari sanatı Sinan’ dan sonra kurumlaşamadı. Türkler bu konuyla hiç ilgilenmediler (Belki yetenekleri de yoktu). Yapı işlerini hep azınlıklar ve yabancılar yürüttü. Osman Hamdi Bey tarafından 1883 de açılan Sanayi-yi-Nefise Mektebi; mimariyi de içeren, ilk sanat okuludur. Ne yazık ki mimarlık bölümüne bir tek Türk öğrenci dahi müracaat etmemiştir.
Kurtuluş savaşı sadece bir zafer ile neticelenmemiş, aynı zamanda doğu medeniyetinden batı medeniyetine geçiş hamlesini de başlatmıştır. Cumhuriyet döneminde mimari dâhil tüm sanat dallarına önem verilmiş, her dalda dünya çapında sanatçılar yetiştirme başarısı gösterilmiştir. Üzüntüyle görüyoruz ki AKP iktidarında “Milli ve yerli” sloganı ile yine içe kapanılmaya başlanmış, çağdaş ve enternasyonal sanat göz ardı edilmiştir. Özellikle mimaride Sinan taklidi yapılarla tam bir bağnazlık yaşanmaktadır. Tabii, 100 yıllık Cumhuriyet çabasını birden değiştirmek mümkün olmayacaktır ama Türkiye’nin bu arada çok zaman kaybedeceği de muhakkak gözüküyor.