DUAYEN

Rönesans

Her işi yaparım diyen insanlar gibi, ben her şeyi bilirim diyen insanlar da vardır. Etrafa ziyan vermedikçe, belki bunun bir ziyanı yok. Ama sağa sola saldırırsanız, hakaret ederseniz tadı kaçıyor. Geçen yazımda bahsettiğim Sayın Cumhurbaşkanımızın sözleri biraz böyle. Bir sanatı sevmeyebilirsiniz ama ona sapık, ahlaksız diyemezsiniz. Saray ressamı Charles Le Brun, av köşkünde 14. Louis’in resmini yaparken bir köylü içeri girer ve tabloyu eleştirmeye başlar. Çizmenin büklümlerinin yanlış olduğunu, mahmuzların doğru takılmadığını falan söyler. Ressam hayretler içinde köylünün haklı olduğunu görür ve kendisine teşekkür eder. Merakından da ne iş yaptığını sorar. Köylü ayakkabıcı olduğunu, ayakkabı ve çizmeler ürettiğini söyler. Bu sohbetten cesaret alan köylü Louis’ in giysilerini, el duruşunu eleştirmeye devam edince Le Brun “Ahbap sen çizmeden yukarı çıkma” diyerek köylünün sözünü keser.  Diğer bir husus da sanatçıların eserlerine müdahale edilmesidir. Kimsenin böyle bir yetkisi olamaz. Zaten, kanunlarla da bu haklar korunmuştur. Maalesef bizde; devlet başta, kimse bu kurala uymak istemiyor. Yunus Emre’nin sekiz dörtlüğü olan “Bana Seni Gerek Seni” diye enfes bir şiiri var. Okul kitaplarında bu şiirin bir dörtlüğünü çıkartarak yayımlamışlar. Bu dörtlük şöyle:

Cennet cennet dedikleri

Birkaç köşkle birkaç huri

İsteyene ver anları

Bana Seni gerek Seni.

O zaman Kuran’ ı da değiştirin. Yöneticilerin böyle bir bağnazlığı kabul edilemez. Türkiye sanat eserlerini yıkan, değiştiren, içine tüküren insanlarla dolu. Şimdi de Sezen Aksu’nun bir şarkısını tutturdular. Adem ile Havva’ya hakaret ettikleri için sanatkârın dilini keseceklermiş.

Böyle şeyler Ortaçağ’da olağan işlerdi. Rönesans’ la bu değişti, inancın ve onurun etkisi giderek azaldı. Ortaçağ’da dine, din adamlarına laf etmek mümkün değildi. Olursa sonuç engizisyon mahkemelerinde ölüm olurdu. Cyrano De Bergerac‘ ın yanında nezleyim diyemezdiniz. Berjerac büyük olan burnuyla alay edildiğini sanarak sizi düelloya davet eder ve hayatınızdan olurdunuz.

Çok yazdım ama Rönesans’ a bir kere daha değinmek istiyorum. İslam Rönesans’ı ve Avrupa Rönesans’ı olmak üzere iki Rönesans bahis konusudur. İslam’ın Altın Çağı olarak da adlandırılan Rönesans (Abbasiler dönemi MS 622 – 1258. Bazı kaynaklar bunun 15. Yüzyıla kadar sürdüğünü iddia ediliyor) Orta Çağ’da her alanda gelişme göstermiştir. Kindî, Farabi, İbn-i Sina ve İbn-i Rüşd bu çağ ile özdeşleşmiş filozoflardır. 14-15 yüzyıllar arasında İtalya’da başlayan Avrupa Rönesans’ı, batı ile klasik antikite arasındaki sanat, bilim, felsefede bağının tekrar kurulmasını sağlamış ve bütün Avrupa’ya yayılarak bu günkü Medeniyeti yaratmıştır. Maalesef Osmanlılar bu iki Rönesans’ dan da istifade edememiş ve bu süreci kaçırmıştır. Osmanlı Devletinde zaman zaman yapılan ıslahat hareketleri bu yenilenmeyi ve ilerlemeyi sağlayamamıştır. Cumhuriyet ise İstiklal harbi ile sadece bir zafer kazanmamış aynı zamanda devletin doğu medeniyetinden batı medeniyetine geçiş yolunu açmıştır. Kısaca, hazır bir Rönesans’ı almak istemiştir. Bu güne bakarak bunun da %100 başarılı olduğu söylenemez.

Avrupa Rönesans’ı, İslam bilim adamlarının çalışmalarının ve Yunan filozoflarının eserlerinin çeviri yoluyla alındığı, deneysel düşüncenin canlandığı, insan yaşamı (hümanizm) üzerinde yoğunlaşıldığı, matbuanın bulunmasıyla bilginin geniş kitlelerle paylaşımın arttığı ve radikal değişimlerin yaşandığı bir dönemdir. 

Gelecek yazımda Rönesans’ın nedenlerini, temelini oluşturan ilkeleri, yürütücü güçlerini, sonuçlarını ve Türkiye’de neden Rönesans yapılamadığını; dilim döndüğünce, anlatmaya çalışacağım.           

Yayın Tarihi
23.01.2022
Bu makale 932 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!