Geçenlerde, Sayın Cumhurbaşkanımız; İstanbul’daki toplu okul açılışı töreninde, AKP iktidarında okullara yapılan yatırımların fazlalığından, bütçenin en yüksek payını eğitimin aldığından (yaklaşık %15- 275 milyar Tl), sınıf öğrenci adetlerinin Avrupa standartlarını yakaladığından, her ile bir üniversite yapmaktan onur duyduklarından (131 devlet 75 vakıf üniversitesi) büyük bir heyecan ile bahsetti.
İyi güzel de bu kadar masraf, çaba Türkiye’ye ne kazandırdı? 76 OECD ülkesi arasında eğitimde 42. Sıradayız. Üniversiteye gelince, dünya üniversiteleri arasında ilk 500’e giren sadece 9 üniversitemiz var. Herkes bir yolunu bulup kapağı Avrupa’ya atmaya çalışıyor. Tip projelerle inşa edilen okulların fiziki durumu Ortaçağ seviyesinde bulunuyor. Alan olarak Avrupa’da öğrenci başına 30-40 m² düşerken bizde 10 m² zor düşüyor. Sınıflarda öğrenci başına düşen m² de öyle. Bu Avrupa’da öğrenci başına 2 m² ye yaklaşırken bizde yarısı kadar. Modern okulda muhakkak olması geren oyun alanları, toplantı ve spor salonları maalesef bizde bulunmuyor. Laboratuvarlar ise ya yok ya da başka amaçla kullanılıyor. Binalar estetikten, yeşilden yoksun. Kötü akustik yüzünden çocuklar dersleri anlayamıyor ve gürültü yüzünden hem öğretmenlerin hem öğrencilerin çoğu hasta. Taşımalı eğitim ise tam bir ”iç acısı”. Şimdi neye yanalım? Bu kadar masrafa mı? Yoksa eğitimin hâlâ çok kötü durumda olduğuna mı?
Bir işi yaparken kullandığınız araçlar o işin kalitesinde çok önemli rol oynar. Örneğin bir metale şekil verirken kaynak, makas, testere kullanabilirsiniz. Ama hiçbir zaman bir CNC kesicinin hassasiyetini elde edemezsiniz. Atalarımız ne demiş “Alet işler el övünür”. Eğitim de öyle: Teknik, bilim, sanat yerine “Dini” araç olarak kullanırsanız o eğitim doğru dürüst olmuyor.
Buradan çıkan sonuç: niteliğin, nicelikten çok daha önemli olduğudur. Bunu yöneticilere nasıl anlatacağız? bilemiyorum.