Modernitenin tam tersi “gelenekler ve muhafazakârlıktır”. İşe buradan başlamak belki konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayabilir. İktisat tarihçisi Mehmet Genç Osmanlı’da üç ana ilke olduğunu söyler. Bunlar: fiskalizm, iaşe ve gelenekselliktir. Osmanlı bir nizam üzerine kurulmuştur ve hiç değişmeden devam etmek istemiştir. İhtilal değişim demektir. Onun için kurulu düzenler ihtilallerden çok korkarlar. Geleneğin çök güzel bir örneğini; kraliçe Elizabeth’in ölümüyle, İngiltere’de yaşadık. Bu kadar çok akıldışılık bir arada herhalde hiç görülmemiştir. Monarşiler geleneklerin koruyucularıdır. Avrupa’da pek çok ülke demokrasi ile yönetilmekle beraber krallık geleneğini devam ettirmektedir. Vatikan (Papalık) da öğle değil mi? Bakalım bu saçmalıklar daha ne kadar daha devam edecek? Ülkemizde de geleneksellik ve muhafazakârlık oldukça yaygın hatta bir övünç vesilesidir. Bunu bütün sağ partilerde görürüz. AK partide de bunun zirveye ulaştığını söyleyebiliriz. Osmanlı hayranlığı, Sinan camilerinin kopyalarının yapılması, toplu konutlarda geleneksel sitilin kullanılması, eğitim sisteminin medrese sistemine benzetilmeye çalışılması, resim ve heykel sanatı yerine hat ve ebru sanatının tercih edilmesi, dini inançların daha ön plana çıkması ilk akla gelen örneklerdir. Din alanı ise hiç tereddütsüz; dogmaları nedeniyle, değişime karşı gelen en önemli kurumdur. Bu değişmeme arzusu ta Peygamber zamanına kadar (devrisaadete) gitmeye varacak kadar kuvvetli olabiliyor. Hiç unutmuyorum, bir cuma namazında hoca efendi, Peygamberimizin yemeği yer sofrasında ve sağ elinin üç parmağı ile yediğini sonrada ellerini koltuk altına sildiğini anlatmış ve bize de böyle yapmamızı sağlık vermişti.
Moderniteye gelirsek, modern dünyanın değişiklik, akıl, gerçekçilik ve ilerleme üzerine kurulduğunu görürüz. Tarih değişimi anlattığı için, modern çağla başlar. Demokrasi de halkın iradesine (akla değil) ve değişime dayandığı için en modern yönetim sayılabilir. Bilimde modernlik ( modern tıp, modern teknoloji gibi) toplum tarafından kabul görse de sanat ve sosyal alanda aynı kabulü görmediğini fark ediyoruz. Bilim, modernleşme konusunu araştırmak için o toplumun sosyal, kültürel değerlerini, sosyal gelişmelerini, dini faktörleri, ulusal kimliğini hatta beslenme biçimini ele alır. Modernleşmenin başarısı ve sürekliliği ise sosyal gerçekçilikle mümkündür.
Ahmet Arslan hocanın yorumları ile yazımızı bitirelim. Yunan’da Heraklitos (MÖ 535? - 475) her şeyin değiştiğini iddia eder. Ancak bu değişmeyi doğanın periyodik değişimiyle karıştırmamak gerekir. Platon (MÖ 428/427) ise değişime karşı çıkmıştır. Aristo’ nun (MÖ 384 – MÖ 322) dünyası sonlu ve hiyerarşik bir dünyadır. Ancak Ortaçağ’ın sonlarına doğru dünya anlayışı sonsuz oldu ve fert dünyanın merkezine yerleşti. Sonsuz dünyanın pek çök yeni şeylere gebe olacağı açıktır. Modernliğin işaretlerini bu dünyada görmeye başlıyoruz. Bunlar: eşitlik, sonsuzluk, bilimsel kesinliğin olmadığı, şüpheci bir dünya.
Korkunun ecele faydası yok. Değişim ( modernlik) korkulan bir şey olsa da çağa ayak uydurmak için yine de “değişimden” başka çare gözükmüyor. Bence modernliğin her alanda kabulü kaçınılmaz bir şey.